Türkçe ’ye “Batı Bilimi” veya daha sık kullanıldığı şekliyle “garbiyatçılık” olarak giren “oksidentalizm”, Fransızca ’da Batı anlamına gelen “occident” kelimesinden türemiştir. Arapça karşılığı “istiğrab” olan garbiyatçılığın uluslararası literatürde kullanımı “occidentalism” şeklindedir. Batı algısı, kültürü ve değerleri üzerine çalışma, kafa yorma, inceleme ve tahlil yapma kapsamında Batı olmayan “öteki” tarafından tasavvur edilenleri kapsayan geniş bir şemsiye olarak tasvir edilen oksidentalizmin herkesin üzerinde hemfikir olduğu genel-geçer bir tanımından bahsetmek mümkün değildir.
Oksidentalizm hakkında oluşan düşünceleri irdelediğimizde herkesin kendi ideolojisi ile harmanladığı farklı oksidentalizm tanımları ortaya çıkmaktadır. Ian Buruma ve Avishai Margalit oksidentalizmi “Batı’nın düşmanları tarafından insanlık dışı olarak resmedilişi” şeklinde tanımlaması, Batı’yı eleştirenlerin “Batı düşmanı”, “yıkıcı” ve “nefret içinde” oldukları önkabulüyle hareket ettiklerini göstermektedir. Bu önkabulün tamamen temelsiz olduğunu söylemek, Batı eleştirisini Batı düşmanlığına indirgemek kadar yanlıştır.
Alkım Saygın oksidentalizmi ekonomik, siyasi ve kültürel olarak üçe ayırırken, I.Buruma ve A.Margalit laik ve dindar oksidentalizm olarak iki türünden bahsetmektedir. Oksidentalizmin bir disiplin olarak kurucusu kabul edilen Mısırlı akademisyen Hasan Hanefi’ye göre Batı’nın Doğu’yu inceleme hakkı varsa, aynı şekilde Doğu’nun da Batı’yı inceleme hakkı vardır. Ayrıca Batı’nın oryantalizm (şarkiyatçılık) ile elde ettiği bilgiyi Doğu üzerinde tahakküm kurma ve sömürgeleştirme aracı olarak kullandığı göz önünde bulundurulursa Doğu’nun buna karşı bir savunma geliştirme hakkı olduğunu savunan Hasan Hanefi, oksidentalizmin bu açıdan bir nefsi müdafaa olduğuna inanmaktadır. Benzer bir tanımlamayı yapan Xiaomei Chen oksidentalizmin, Batı’nın sömürgeleştirmesine karşın Doğulu öznenin verdiği “karşı koyma” ve “mücadele etme” şeklinde Batı’yı olduğu kadar kendisini de tanımladığı söylemsel bir pratik olduğunu savunmaktadır. Bu şekilde Doğu ve Batı’nın birbirleri hakkındaki düşünceleri “aktif mücadele” olarak görülür ve özne “ötekini” tanımlamak suretiyle kendinin ne olmadığını açıklama yoluna gider.
Bu tanımlardan hareketle, Batı’nın din, dil, bilim, düşünce, sanat, tarih gibi geniş bir alanda Doğu’yu incelemesi olarak tanımlanan oryantalizmin, oksidentalizmin tersi olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim oksidentalizm, gerçekte Batı’nın dili, dini, tarihi ve düşünce yapısını inceleyerek bir değer yargısı oluşturmaktan ziyade, Batı’nın yalın, köksüz, ruhsuz, kendi kültürleri açısından yıkıcı olduğunu söyleyerek bir savunma geliştirmektedir. Oryantalizmde kendini üstün görme algısı bulunurken, oksidentalizm ilk önce kendinin etiketlendiği kavramlar üzerinde bir savunma gerçekleştirmekte; sonrasında Batı’yı olumsuz kabul edilen özellikler üzerinden tanımlama/yaftalama yolunu tercih etmiştir. Bunu yaparken Batı’nın iyi özelliklerini bazen kabullenmiş, bazen de göz ardı etmiştir. Her iki kavramın propagandist bir demagojisi bulunmakla birlikte, oryantalizmin daha üstten bakan kibirli bir tavrının bulunduğunu; oksidentalizmin ise daha kompleksli ve kendine dikilen elbiseyi kabul etmeyen bir tavrı vardır.
Oryantalizm ve oksidentalizm dünyayı algılama, anlama ve tanımlamada iki farklı bakış açısıdır. Oryantalizmi, Batı’nın Doğu algısı, oksidentalizmi ise Doğu’nun Batı algısı şeklinde tanımlayıp, söz konusu iki kavramı karşılıklı birbirini algılama/tasavvur biçimine indirgemek doğru değildir. Her iki algılama yönetiminin farklı eylem ve uygulamaları beraberinde getirdiği; “garbiyatçı bakış açısı”nın zaman zaman “garbiyatçı faaliyet” kavramına da yol açtığını belirtmek gerekmektedir. Batı’nın, zayıf, savunmasız ve beceriksiz Doğu algısı işgal ve sömürüyle sonuçlanırken; Doğu’nun, güçlü, kuvvetli ve başarılı Batı algısı efendiye itaate sebep olmuştur. Doğu’nun kendi gücünü keşfetmesi veya Batı tahakkümünden rahatsız olması sonucu oksidentalizm ortaya çıkmıştır. Yani oksidentalizme (garbiyatçılığa), oryantalizm (şarkiyatçılık) zemin hazırlamıştır.
Oksidentalizm ve oryantalizmin benzeştiği noktalardan biri de kendilerinden olmayana uyguladıkları entellektüel şiddet olarak tanımlayabileceğimiz bir tür bağnazlıktır. Her iki anlayış da “öteki” üzerinde üstünlük kurmak için ideolojik önyargılarını bilimsel araştırmalar olarak bulundukları toplumlara benimsetmeye çalışmıştır. Oksidentalistler bunu yaparken, Doğu’nun sahip olduğu değerleri ortaya çıkartmak ve Batı tarafından yok edilmesini engellemek söylemini kullanmışlardır. Oksidentalist ideolojiyi benimseyen Celal Ali Ahmed, Batı medeniyetinin İran kültürünü zehirlediğini ve bu veremden ancak oksidentalizm ile kurtulabileceğini savunarak, oksidentalizmin amacının kitle üzerinde yıkıcı etkileri olan Batı kültüründen kurtulmak olduğuna inanmaktadır. Bu tür söylemler hem oksidentalizmin meşruluğunu ve haklılığını ispata hem de kendi kültürünü konsolide etmeye yönelik söylemlerdir.
Oksidentalizmde, garp diye tanımlanan şey çoğu zaman bir coğrafyadan bağımsızdır. Bu tanıma Avrupa ve ABD’nin yanı sıra Avustralya ve hatta zaman zaman Japonya da girebilmektedir. Bu nedenle oksidentalizm ve oryantalizm durağan değil gelişen, içeriği eksilen ve çoğalabilen hareket halindeki kavramlardır.
Modern veya Avrupalı olarak tanımlanan değerler yumağını oluşturan kapitalizm, bilim, teknoloji, bireysel özgürlükler, demokrasi Şark’ın manevi kültürüne karşı büyük bir tehditti. Bu nedenle Şark’ın korunması için Garb’ın alt edilmesi; getirdiği değerlere karşı direnilmesi gerekmekteydi. Sömürgeci olarak görülen Batı’nın üstün kabul edilen yönlerini alarak kendine uyarlayanlar (Japonya gibi) olduğu gibi Batı’nın getirdiği tüm yeniliklere toptan karşı çıkanlar da olmuştur.
Doğu ve Batı tanımlaması yapılırken bu iki kavramın bölgesel tanımlamalardan tamamen sıyrılarak kullanıldığını vurgulamak gerekmektedir. Batı veya Doğu kelimeleri bir coğrafya veya yön değil temsil ettiği değerler açısından kullanılmaktadır. Ancak özüne inildiğinde, Garp olarak tanımlanan şeye bazen Doğu’da da rastlanabileceği gibi tam tersi de mümkündür. Dahası, Doğu ve Batı’nın yerini geleneksel ile modern veya köylü ile şehirli kavramları yerleştirilerek “ötekileştirme”nin özünde yer alan mentalite daha iyi anlaşılabilir.
Daha çok Asya ve Çin üzerinden oksidentalizmi inceleyen Diana Lary, hem oksidentalizmin hem de oryantalizmin yaratıcı düşünceye ve karşılıklı etkileşime imkan tanımayan; insanları kutuplaştıran ve olumsuz etkileyen popülist söylemlerden ibaret olduğunu söylemekte; Batı’nın Doğu hakkında ürettiği bilgilerin de Doğu’nun Batı hakkında ürettiği bilgilerin de aynı derece ön yargılı olduğunu; bu itibarla hem oksidentalizmin hem de şarkiyatçılığın sonunun geldiğini savunmaktadır.
Kendini “öteki”ne atfettiği olumsuz yargılar üzerinden var ederek ortaya çıkan, toplumları farklılaştırarak ve kutuplaştırarak gelişen söylemlerin meyvesinin önyargılardan beslenen çatışmalar olacağı apaçık ortadadır. Bu nedenle garbiyatçı ve şarkiyatçı söylemlerin, yeni fikirlerin filizlenmesi, uzlaşının yerine düşmanlıkların ve korkuların yer alacağı bir düzen yaratacağı muhakkaktır. Farkı kültür ve geleneklerin araştırılmasındaki amaç, kendi kimliğini oluşturmak için “öteki” kavramını kuvvetlendirmek ve aradaki uçurumu açmak yerine farklılıklara ilişkin farkındalık kazandırıp kültürel zenginliğin sağlanması olmalıdır. Aksi takdirde önyargıların artması ve insanların birbirlerine karşı bilerek veya bilmeyerek düşmanca bir tutum içerisine girmesi, toplumsal çatışma başta olmak üzere pek çok sorunsalı beraberinde getirecektir.
İnsanların sonradan edindiği ve değişmesi mümkün olan yargılar üzerinden girişilecek karşılıklı ötekileştirmeler birbiri üzerine hegemonya kurma gayretlerini beraberinde getirecektir. Böylece üstünlük yanılsamaları yerini, üstünlük yarıştırma ve çatışmalara bırakacaktır. Nitekim bu tür çatışmalar farklı şekillerde bilinçaltına sürülen veya deneyimlenerek öğrenilen “öteki” hakkındaki nefretin, kıskançlığın ve küskünlüğün yansımasıdır.
Amacım oksidentalizm ve oryantalizme ilişkin burgerizasyon geliştirmek değil, bu akımların sorunlara çözüm getirmekten ziyade sorunları kronikleştirdiğine dikkat çekmektir. Oksidentalizm ve oryantalizm hakkında söylenen pek çok değerlendirme doğru olmakla birlikte, elde edilen tespitlerin/çıkarımların pedantik biçimde sunulmasından ziyade yarattığı kutuplaştırmaya çözüm arayışına girilmesi gerekmektedir.
İnsanların “öteki”ni yaftalayarak kendini meşrulaştırmasının topluma kazandıracağı tek şey, ileride çatışmalara yol açacak olan düşmanlıklardır. Oryantalizmin uzun geçmişine bakıldığında oksidentalizmin buna bir tepki olarak ortaya çıktığı muhakkaktır. Ancak küreselleşen ve doğu-batı ayrımının günden güne yok olduğu dünyada “öteki” üzerinden oluşturulan yargıların artırılmasının yeni fraksiyonlar ve yeni ötekileştirme araçları ortaya çıkarması kuvvetle muhtemeldir.
** Bu yazının hazırlanmasında Ian Buruma, ve Avishai Margalit’in “Garbiyatçılık” kitabı (Çeviren: Güven Turan; Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004) ve Alkım Saygın’ın “20. Yüzyıl Türk Düşüncesinde Garbiyatçılık (Oksidentalizm) Üzerine Bir İnceleme” tezinden (Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Bilim Dalı, Doktora Tezi, 2015) yararlanılmıştır.