Ümitsizliğin, yaşamla baş edememenin, çaresizliğin çaresi olarak görülen intihar vakaları, aileleri, toplumu ve ülkeleri doğrudan etkileyen ciddi bir toplum sağlığı problemidir. Her dönem ve her coğrafyada farklı sebeplerden dolayı yaşanan intihar vakalarının yöntemi, sebepleri ve sonuçları bazen sorumluluktan kaçmak bazen de özendirilmemesi adına yeterince irdelenmemektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2 Eylül 2019 tarihli raporuna göre her yıl yaklaşık 800.000 kişi intihar ederek hayatını kaybetmekte, intihar, 15-19 yaş aralığındaki ölümlerin üçüncü, 15-29 yaş aralığındaki ölümlerin ise ikinci ana nedeni olarak görülmektedir. 2016 yılındaki intihar vakalarının %79’u düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşanmıştır. İntihar vakalarının genel sebepleri arasında majör depresyon, ekonomik ve ailevi sıkıntılar, alkol bağımlılığı gibi etmenler sıralanmaktadır. Ancak intihar vakası tek bir sebep üzerinden anlatılamayacak kadar karışık ve hassas bir konudur. Savunmasız, dezavantajlı ve ayrımcılığa maruz kalan kişiler, intihar vakalarının en yüksek oranda yaşandığı riskli gruplardır. Ölümle sonuçlanmayan intihar vakalarının sayısı, ölümle sonuçlanan intihar vakalarının sayısından çok daha fazla olup, daha önce intihara teşebbüs eden bireyler, en riskli grupta yer almaktadır.
Türkiye’de yaşanan intihar vakaları son yıllarda artış göstermekle birlikte, basında oldukça sınırlı sayı ve şekilde yer almaktadır. 2019 yılının sonunda İstanbul Fatih’te yaşayan 48-60 yaş aralığındaki 4 kardeşin (Cüneyt (48),Oya (54),Kamuran (60) ve Yaşar Yetişkin (56)) siyanürle intihar etmesi ve sonrasında Antalya’nın Konyaaltı ilçesinde 9 ve 5 yaşlarında iki çocuğuyla birlikte intihar eden Şimşek ailesi, siyanürün yasaklanmasını gündeme getirmiştir. Nitekim, intiharın şekli ve intihar teşebbüslerinde kullanılan toksik madde, intihar sebeplerinden daha çok konuşuldu. İntihara karar verme bilincine sahip olmayan 2 çocuğun katledilmesi de konuşuldu ama intihardan önce iki evladını öldüren ebeveynin sosyo-psikolojik durumu, geride kalanların bakımı için sosyal devlet anlayışına duyulan güven yeterince irdelenmedi, gündeme getirilmedi. Toplum, bu türden vakalar için kendi rutinini oluşturdu; şiddetle kınandı, popülist bir dille eleştirildi; fakat anlamaya, tahlil etmeye, sebeplerini araştırmaya çalışılmadı. Bu durum, intiharın özendirilmemesi, yüceltilmemesi gibi amaçlarla açıklandı. Birlikte aynı ülkeyi paylaştığımız bir vatandaşın hayatına son vermesi, bu olayın basına yansıması ve duyulması kadar üzmedi sorumluları.
Nitekim Çağlayan Adliyesi’nde intihar eden İbrahim Özkan (35), 2020 yılında, Silivri’deki marangozluk atölyesinde intihar eden 56 yaşındaki eski gazeteci Mustafa Korucu; Denizli Cezaevinde intihar eden Erhan Fidan; Sakarya’da intihar eden 30 yaşındaki KHK’lı asker Yunus A; “koronavirüs öldürmedi beni ama sahipsizlik, çaresizlik, umutsuzluk öldürdü” yazılı notla İstanbul Aksaray’daki bir üst geçide kendini asarak yaşamına son veren Ahmet Karakeçi; Kocaeli-Dilovası’nda çalıştığı fabrikanın deposunda yaşamına son veren Bayram Kömürcü; geriye Youtube’a yüklediği bir video kaydı bırakarak intihar eden Ankara’da özel bir okulda öğretmenlik yapan İnan Avşar; cansız bedeni Samatya sahiline vuran İstanbul Üniversitesi üçüncü sınıf öğrencisi Sibel Ünli; Konya’da kendini kamyonuna asarak intihar eden evli ve iki çocuk babası tır şoförü Mevlüt Çankaya; Hatay Valiliği önünde “çocuklarım aç, iş istiyorum anlamıyor musunuz” dedikten sonra kendini yakan Adem Yarıcı; İstanbul Dudullu Merkez Camii’nde kendini asarak intihar eden KHK’lı asker Adem Gürbüz ve adını duymadığımız, intiharı ve yaşam koşullarını bilmediğimiz pek çok kişi.
Son olarak Batman’da uzman çavuş Musa O. tarafından 20 gün boyunca alıkonulan ve tecavüz edilen 18 yaşındaki kızın (İ.E) intihar etmesi ve 18 Ağustos 2020 tarihinde yaşamını yitirmesi sosyal ve konvansiyonel medyaya yer aldı. Ancak gencecik bir kızın intiharı, adalet eksikliği üzerinden tartışıldı. Nitekim genç kız ölene kadar, onu intihara sürükleyen sürecin faili Musa O. için tutuklanma kararı çıkmamıştı. Sadece tecavüzden değil cinayete teşebbüsten de yargılanması gereken Musa O. kendi isteğiyle teslim olduktan sonra serbest bırakılmış, Türkiye’de insanlar sosyal medyadan adalet arar duruma gelmiştir.
İntihar vakalarıyla ilgili sağlam ve güvenilir veri toplamak oldukça zordur. İstatistiklere yansıdığı ve basından duyduğumuz kadarıyla intihar vakaları ve sebeplerinden haberdar olabiliyoruz. Türkiye’deki intihar vakalarının sayısı, yaş ortalaması, cinsiyeti, intihar sebebi gibi konularda Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verileri dikkate alınmaktadır. TÜİK’in verilerine göre 2001-2011 yılları arasında 2.000’lerde seyreden intihar vakaları 2012 yılı itibariyle 3.000 üzerine çıkmıştır ve sonraki yıllarda düzenli olarak tırmanmaktadır. Türkiye’de 2002’de 2 bin 301 olan intihar vakası 2018 yılında 3 bin 342’ye; 2019 yılında 3.406’a yükselmiştir. TÜİK verilerine göre cinsiyet üzerinden intihar vakaları araştırıldığında intihar eden erkeklerin sayısının kadınlardan çok daha fazla olduğu (2018 yılında 2.529 erkek, 813 kadın; 2019 yılında 2.626 erkek 780 kadın intihar etmiştir); eğitim seviyeleri göz önünde bulundurulduğunda farklı eğitim seviyelerinde insanların intihara teşebbüs ettiği ve eğitim seviyesiyle intihar vakaları arasında ters bir orantının bulunmadığı, eğitimli bireylerin de sıklıkla intihara teşebbüs ettiği gözlemlenmektedir. İntihar vakalarının en yoğun yaşandığı yaş grubunu ise 20-35 yaş aralığındaki bireyler ve 75 yaş üstü yaşlılar oluşturmaktadır. 75 yaş üstü intihar vakalarının sebepleri ve gereksiz/değersiz hissetmelerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı ayrıca bir araştırma konusudur. TÜİK’e göre, Türkiye’de en çok yaşanan intihar sebepleri sırasıyla hastalık, geçim zorluğu, aile geçimsizliği, hissi ilişki ve istediği ile evlenmeme, ticari başarısızlık, öğrenim başarısızlığı ve diğerleri olarak sıralanmaktadır.
Farklı yaş ve meslek gruplarından, farklı eğitim ve ekonomik seviyelerinde birbirinden habersiz kişiler hayata tutunmayı, mücadele etmeyi değil yok olmayı tercih etmektedir. Hepsinin birbirinden farklı nedenleri vardır; fakat nihai sebep yaşanabilir bir dünyaya sahip olma umudunu kaybetmiş olmaları, çaresizlik, güvencesizlik, belirsizlik, adaletsizlik, karamsarlık, anlamsızlık ve hayal kuramayacak duruma gelmeleridir. Sebepleri ve süreçleri itibariyle benzerlik gösterse de “İntihar”ın yazarı Fransız sosyolog Emile Durkheim’e göre her toplumsal olgu “sui generis”tir; her intihar vakası kendine özgüdür.
Türkiye toplumunda hakim olan kutuplaşma, intihar vakalarının değerlendirilmesinde bazı kesimlerin psikolojik nedenlerine, bazılarının ise sosyal boyutuna odaklanmasına sebep olmaktadır. Ancak, hiçbir intihar vakası psikoloji biliminden bağımsız değerlendirilemeyeceği gibi toplumsal boyutu da görmezden gelinemez. Sosyal, ekonomik ve ailevi problemlerin ve ciddi travmaların da ruh sağlığını etkilediğini ve intihar düşüncesinin oluşmasına katkı sağladığı bilinmektedir. Epilepsi veya akıl sağlığı sorunu gibi ciddi sağlık sorunları dışındaki intihar sebeplerinin çoğunda toplumun katkısı bulunmaktadır. Nitekim, intihara giden yolların çoğunun başta aile, sosyal çevre ve politika belirleyiciler gibi toplumun diğer bireyleri veya sistem tarafından döşendiğini de hatırda tutmak gerekir. Her intihar bir cinayettir ve azmettiricileri bazen aile, bazen toplum, bazen de karar vericilerdir. Yetkililerin yükümlülüklerini göz ardı etmesi, intihar vakalarına verdikleri gizli veya aşikar katkıyı örtmeye çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, sorumluluğunu yerine getirmeyen bireyin bunu bir güç gösterisi veya üstünlük olarak sunması sorumsuzluğu artırmaktadır.
Genç bir üniversite öğrencisi “gidecek yerim yok, yaşamaya değer bir hayatım da” diye tweet attıktan sonra intihar ediyorsa, bir yurttaş “koronavirüs öldürmedi beni ama sahipsizlik, çaresizlik, umutsuzluk öldürdü” notunu bırakarak kendini üst geçide asıyorsa, tecavüze uğrayan ve tecavüzcüsü serbest bırakılan 18 yaşındaki bir kız intihara teşebbüs ediyorsa, bu tür intihar vakalarını sadece psikolojik nedenlere bağlamak en masum tabiriyle sorumluluktan kaçmaktır. Bilinci yerinde olmayan ve muhakeme kabiliyetinden yoksun bir bireyin hastalığı nedeniyle evinde intihar etmesiyle cami avlusunda, kamyonuna veya üst geçide kendini asarak intihar eden veya geriye video kaydı/not bırakarak hayatına son veren kişilerin durumu birbirinden tamamen farklı veriler ışığında değerlendirilmesi gereken vakalardır. Evinde intihar eden bir kişinin intiharı için psikolojik nedenler üzerinde durulurken, topluma açık yerlerde veya geriye not bırakarak yapılan intiharların daha çok toplumsal nedenleri üzerinde durulmalıdır. Toplumsal sebepleri oldukça güçlü olan intihar vakalarını, yalnızca intihar eden kişinin tasarrufuyla açıklamak mümkün değildir. Nitekim, bilincin kapalı olduğu ve düşünme yetisini kaybetmiş hastalıklar dışındaki psikolojik problemler, depresyon gibi rahatsızlıklar ne ailelerin ne de toplumun sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır. Bir vatandaşın ailesinde veya çevresinde değersiz hissetmesi, maddi sıkıntı yaşaması, adaletsizliğe ve haksızlığa maruz kalması, hayatının bir gün normale dönebileceği umudunu kaybetmiş olması hem bireysel hem de toplumsal sorumluluk gerektiren ortak bir problemdir.
Diğer taraftan, intihar vakalarında geriye bırakılan notun çok fazla gündemde tutulması ve övülmesi, intihar eden kişinin yüceltilmesi gibi uygulamalar, sesini / tepkisini duyurmak isteyen kişilere çıkar yol olarak intiharı göstereceği için başta basın olmak üzere herkesin dikkatli olması ve sorumlu davranılmasını zorunlu kılmaktadır. Çözümsüzlüğün çözümü olarak intiharın gösterilmesi, intihar yöntemi ve süreci hakkında detaylı bilgi verilmesi, intihar vakalarının artmasına, taklit veya kopya dediğimiz intiharların yaşanmasına sebep olmaktadır. Ancak intihar vakalarına tamamen sessiz kalmak, intihar vakalarını görmezden gelmek intiharı azaltmayacağı gibi toplumsal duyarsızlaşmayı ve nasırlaşmayı artıracaktır. İntihar vakalarındaki artış, görmezden gelinerek minimize edilemez.
Çaresiz hisseden, gelecekle ilgili plan yapamayan ve her gün biraz daha ümitsizliğe kapılan bireylerin çözüm olarak seçtiği intihar, bir çözümden ziyade toplumsal kangrenleşmedir. İntihar vakalarının gündeme getirilmemesi veya intiharları toplumsal yozlaşma şeklinde tek bir sebep üzerinden ve bireysel bir tercih olarak anlatmak üstenci bir bakış açısıdır. Bu umursamaz bakış açısı, birbirine tahammül edebilme seviyesi her gün daha da azalan kişilerin ve karar alıcıların sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Yaşanılan ekonomik sorunlar, psikolojik bunalımlar, çaresiz hissetme gibi pek çok neden intihar vakalarının sebebi olarak görülmeye/gösterilmeye çalışılsa da intihar vakalarının gerçek sebebi, bir anlık çaresizlikten öte geleceğe yönelik artan ümitsizliktir. Nitekim bu durum politiktir ve karar alıcıların mes’uliyetindedir. Hayal kurmaktan korkan, hayal kırıklığına uğramaktan bıkan bireylerin topluma kazandırılması, intihar etme riski taşıyan bireylerin psikolojik tedavisi ve takibi, intihar fikrinden uzaklaşmalarının sağlanmasına yönelik düzenli ve sistematik çalışmalar yapılmalıdır. Beraber hayal kurabilen, geleceğe umut besleyen bir toplum inşası hükümetlerin temel görevlerindendir. Bunun için insanların ötekileştirilmeden eşit muameleye tabi tutulmaları, gelir eşitsizliğinin önüne geçilmesi gerekir. Bu çerçevede, intihar vakalarının araştırılması ve engellenmesine yönelik komisyonların kurulması, politik kaygılardan uzak aklıselim incelemelerin yapılması, adalete ve sisteme güvenin artırılması parlamentonun öncelikli gündemi haline getirilmelidir.