Dışişleri Bakanlığı personel sayısı bakımından en büyük kurumlar arasında değil. Dolayısıyla OHAL döneminde buradan ihraç edilen memurlara dair istatistikler, Milli Eğitim Bakanlığı veya Emniyet Genel Müdürlüğü gibi kurumlardaki kadar dikkat çekmedi.
Ancak oransal açıdan bakıldığında, bu kurumda yürütülen tasfiye diğer kurumlardan geri kalmadı.
Mart 2018’de, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun bir soru önergesine verilen cevapta, 288’i meslek memuru (siyasi memur) ve 173’ü konsolosluk memuru olmak üzere, toplam 461 diplomatik kariyer memurunun KHK’lar ile ihraç edildiği açıklandı.
Aynı yılın sonunda devlet haber ajansı, ihraçların 496’ya ulaştığı ve bu sayının kariyer memurlarının yüzde 20’den fazlasına tekabül ettiği bilgisini verdi.
Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere, ihraçların yaklaşık dörtte üçü darbeden hemen sonra, 2016 yılının ikinci yarısında çıkarılan ilk KHK’lar yoluyla gerçekleştirildi.
Bununla birlikte, eski diplomatlara karşı geniş gözaltı ve tutuklama dalgalarına dair haberler dikkat çekici ölçüde geriden geldi. Bu bakımdan, 2016 yılının en dikkat çekici haberi, Ekim ayında bir yandaş gazetede çıkan ve ByLock gerekçesiyle kadın personelin tutuklandığını duyuran haberde yalnızca beş kişiden bahsedildi.
Medyaya yansıyan ilk büyük dalga bir yıl sonra geldi. Ekim 2017’de, daha önce ihraç edilen 121 diplomat hakkında gözaltı kararı haberleri geçildi.
Bir sonraki büyük dalga yaklaşık bir buçuk yıl sonra, Mayıs 2019’da, 249 kişi hakkında “sınav usulsüzlüğü” gerekçesiyle gözaltı kararı verilmesiyle geldi. Kararın hedefindekiler, Gülen hareketi mensuplarının Bakanlıkta en yoğun şekilde “yapılandığı” iddia edilen 2010-2013 yılları arasında meslek memurluğunu kazanan kişilerdi.
Görünüşe göre, kendileri hakkında ihraç edilmeleri için gerekli “şüphe unsuru” darbenin hemen ardından bulunuveren memurların birçoğunun gözaltına alınmaları için “suç unsuru” tespit edilmesi üç yıla yakın sürmüştü.
Haberlerde, gözaltına alınanlar hakkında bilirkişi raporları, ankesörlü telefon irtibatı trafiği, ByLock kullanımı, sınavlara ilişkin “olağandışılık” raporlarında isimlerinin geçmesi gibi yığınla delil olduğu öne sürüldü.
Her nedense, bu kadar delile rağmen yetkililer bu kişileri “itirafçı” olmaya zorlama gereği duyuyor, bunun için akıl almaz işkencelere tevessül ediyordu.
İşkenceler sırasında, Ağustos 2014 ila Şubat 2017 arasında personel dairesinin iki numarası ve bakanlığın sicil amiri görevinde bulunan, şu anki Paris başkonsolosu Görkem Barış Tantekin’in de sorgu odasında hazır bulunduğu iddiaları sosyal medyada yer aldı.
İşkencelerin raporlanmasından iki ay sonra, “itirafçı” olan kişilerden alınan ifadeler temelinde yeni iddialar ortaya atılmaya devam ediyordu.
Şimdi gelelim bu iddialara.
Bunların bir kısmı, KPSS şartının kaldırıldığı veya yazılı kompozisyon sınavının kaldırıldığı gibi, bakanlık çevresinde veya sosyal medyada şayia halinde dolaşan ve yandaş medyanın dahi ciddiye alıp yer vermeye yanaşmadığı iddialar.
KPSS şartı, “örgütsel yapılanma” iddiasıyla ilişkilendirilen 2010-2013 döneminde değil, Haziran 2016’da kaldırıldı.
Yazılı kompozisyon ve çeviri sınavlarının kaldırılması hiçbir zaman söz konusu olmadı. Belli bir dönemde, KPSS ön şartı ile kompozisyon sınavları arasında bakanlığın kendi çoktan seçmeli sınavı bir ilave aşama olarak konduysa da, kompozisyon ve çeviri sınavları her zaman mülakat aşamasından önceki en belirleyici unsur olarak kaldı.
İddialardan bazısını arkaplanıyla birlikte tam olarak izah edebilmek için burada bir parantez açarak yazılı sınav aşamasının formatından söz etmekte fayda var.
Kompozisyon sınavları, sınav anında verilecek konular hakkında Türkçe ve İngilizce birer kompozisyon; çeviri sınavları da, verilen İngilizce bir metnin Türkçe’ye çevrilmesi ile Türkçe bir metnin İngilizce’ye çevrilmesi şeklinde olmak üzere, yazılı sınav aşaması toplam dört kısımdan oluşur.
Sınav kağıtları isim kısmı katlanarak kapatılabilecek şekildedir. Sınav bitiminde isim kısımları kapatılarak çoğunluk itibarıyla büyükelçilerden oluşan bir komisyonun notlamasına sunulur. Büyükelçiler isimleri görmeden kağıtları okur ve her biri kendi notunu verir. Verilen notların ortalaması alınır ve nihai skorunuz çıkarılır.
Bu ortalamanın her bir kısım için 100 üzerinden 70’in üzerinde olması gerekir. Bu eşiği aşan adaylar arasında dört kısmın ortalaması alınarak sıralama yapılır. Bu sıralamaya göre tayin edilecek bir sayıda aday son aşama olarak mülakata çağırılır.
Bir diğer iddia, 2010-2013 döneminde göreve başlayan memurların yükseköğrenim profilleri bakımından radikal değişimler olduğu, bilhassa Gülen hareketine ait Fatih Üniversitesi mezunlarının bu dönemde giriş yapanlar arasında ağırlıkta olduğu yönünde.
Doğru olduğu takdirde bile usulsüzlük iddialarına tek başına hukuki açıdan geçerli bir delil olarak gösterilemeyecek bu argüman, bizzat bahsi geçen yıllarda bakan yardımcılığı yapan ve personel işlerinin yürütüldüğü İnsan Kaynakları Daire Başkanlığı (İKAD) adıyla geçen birimin doğrudan kendisine bağlı olduğu Naci Koru’nun blog sayfasında yer alan istatistikler tarafından yalanlanıyor.
Büyükelçi Koru, 21 Aralık 2010 tarihinde sayfasında yayımladığı mesajda, memur giriş sınavı sonuçlarının açıklandığını ilan ederek şunları yazdı:
“Öncelikle 23 farklı üniversiteden aday başarılı oldu, bunların içerisinde Boğaziçi 24, Bilkent 12, İstanbul 10, ODTÜ 9, Marmara 8 ve Ankara 7 adayla en başarılı üniversiteler oldu. Esasen bu üniversiteler bakanlığımıza yıllardır öğrenci veren ana eğitim kurumlarımızdır.”
Koru mesajında ayrıca, bakanlığa ilk kez meslek memuru gönderen üniversiteler arasında TOBB, Süleyman Demirel, Sakarya, Karadeniz Teknik, Yeditepe ve Yıldız Teknik’i saydı.
Kasım 2012’deki bir diğer mesajında Koru, alımı yapılan 69 meslek memuru arasında en çok Boğaziçi, İstanbul, Dokuz Eylül, Hacettepe ve Ankara üniversitelerinin mezunlarının yer aldığını, ayrıca adayların 11’inin Harvard, Columbia, John Hopkins ve Syracuse gibi uluslararası prestije sahip üniversitelerde yüksek lisans eğitimi gördüğünü kaydetti.
Türk medyasının bilhassa Mayıs 2019’daki operasyondan sonra koordine edilmiş gibi görünen bir çabayla köpürtmeye çalıştığı bir başka iddia da, yazılı kompozisyonların birbirine “olağandışı” ölçüde benzediği ve aynı kelimelerin ve kalıpların kullanıldığı yönünde.
Bu kurumun sınavlarıyla yakından veya uzaktan ilgisi olmuş herkesin kompozisyon sınavlarıyla ilgili çok iyi bileceği bir husus vardır: Bu sınavlarda herhangi bir konuyla ilgili görüşleriniz sorulduğunda, aslında sizden beklenen gerçekten o konuyla ilgili görüşlerinizi yazmanız değil, kurumun internet sayfasındaki politika metinlerinde geçen resmi görüşleri aynen alıp cevap olarak vermenizdir.
Dolayısıyla kurumun kompozisyon sınavlarında başarılı olmanın tek yolu, internet sitesindeki Türkçe ve İngilizce metinleri mümkün mertebe ezberlemek ve sorulara metinlerde belirlenen eksende cevaplar vermektir. Çerçevenin dışında gezerseniz, yazınız Harvard üniversitesi akademik yayınlarında yer alacak vasıflarda olsa dahi fazla şansınız yoktur.
Sadece ifade ettiğiniz görüşler değil, kullandığınız kelimelerin dahi bakanlık terminolojisiyle hizalanması gerekir. Bu, yalnızca uluslararası alanda geçerli olan diplomatik jargonun kullanımı gerekliliğinden ibaret değil. Bazen, eşanlamlı ve diplomatik bağlamda ikisi de kullanılabilecek iki kelimeden hangisinin bakanlıkta tercih edildiğini dahi bilmeniz gerekir. Aksi takdirde bu tür detaylar üzerinden kağıdınız elenebilir.
İsimlendirmeler de hayati önemde. Örneğin, Suriye hakkında İngilizce bir metin yazarken, IŞİD’den bahsetmeniz gerektiğinde, bakanlığın tercih ettiği “DEASH” kelimesini büyük harf küçük harf meselesine varıncaya kadar riayet ederek kullanmanız gerekir. Fransız hariciyesinin “Daesh” veya ABD’nin “ISIS” isimlendirmesine yönelmeniz, mühim not kayıplarına veya tamamen baraj altına düşmenize yol açacaktır.
Bu kısıtlamaların hepsi göz önünde tutulduğunda, “kompozisyonlarda kullanılan cümle ve kalıpların birbirine benzemesi” gibi kerameti kendinden menkul bir delil yoluyla suç isnadı yapılamayacak bakanlık personeli yoktur denebilir.
Bazı haberlerde yer alan, aynı kompozisyonda İngilizce seviyesinin bir paragrafta çok iyi diğerinde ilkokul seviyesinde olduğu yönündeki iddia ise, kağıtları böyle olduğu iddia edilen kişilerden önce, okuyan ve not veren komisyon üyesi büyükelçileri itham eden bir argüman.
Bu noktada, yabancı dil seviyesi konusu bizi defaatle işlenen bir başka iddiaya getiriyor: 2010-2013 döneminde alım yapılan memurların İngilizce seviyelerinin düşük olduğu.
Yukarıda bahsedildiği gibi, bu alandaki herhangi bir suç isnadı, her şeyden önce bu dönemde sınav süreçlerinde görev alan büyükelçiler heyetini töhmet altında bırakacaktır. Yalnızca yazılı sınavları okuyan büyükelçileri değil, sözlü sınavda görev alan tüm komisyon üyelerini. Çünkü mülakatlarda her adaydan mutlaka bir dış politika konusunu İngilizce olarak, hem dile hem de konuya hakimiyetini gösterecek ölçüde izah etmesi beklenir.
Bu iddiaların akla getirdiği, OHAL döneminde büyükelçi seviyesinde ihraçlar konusuna baktığımızda ise, elimizde oldukça dar bir liste var.
KHK’lar ile ihraç edilen büyükelçiler Gürcan Balık, Tuncay Babalı, Mustafa Sarnıç ve Ahmet Tuta’ya, 15 Temmuz’dan önce Davutoğlu hükümetinin bir uygulaması kapsamında başka bir kuruma “nakledilen” Ali Fındık’ı da eklediğimizde, toplam beş büyükelçinin kurumla ilişiği kesilmiş gibi görünüyor.
Medyaya yansıyan haberlere göre, bu kişilerden sadece Fındık ve Babalı personel birimlerindeki rollerinden dolayı soruşturmaya uğradı. Balık ve Tuta, bakan olduğu dönemde Ahmet Davutoğlu’na yakın roller almaları, Sarnıç da geçmişte Yunanistan’da Gümülcine başkonsolosluğunda görev yaptığı bir dönem cihetiyle hedef alındı.
Komisyonun başında yer alan büyükelçi Feridun Sinirlioğlu, halen Türkiye’nin BM’nin New York’taki merkezi nezdinde daimi temsilcisi. Personel işlerini daha operasyonel düzeyde yürüten Naci Koru ise BM’nin Cenevre’deki ofisinde daimi temsilcilik yaptıktan sonra, 2018 yazında merkeze çekildi ve bilahare emekliye ayrıldı. An itibarıyla kendisi hakkında herhangi bir soruşturma olduğuna dair herhangi bir veri yok.
Komisyonlarda yer alan diğer büyükelçilere karşı herhangi bir soruşturma haberi de medyaya yansımış değil. Örneğin eski teşkilat sisteminde müsteşar altında çalışan müsteşar yardımcıları sınav komisyonlarının gediklileridir.
2010-2013 döneminde müsteşar yardımcılığı yapan bazı büyükelçilere hızlı bir bakış atarsak; Emine Birnur Fertekligil, 2018’e kadar Türkiye’nin BM Viyana ofisi nezdinde daimi temsilciliğini; Ömer Önhon, 2019 başına kadar Madrid büyükelçiliğini, Hasan Göğüş ise 2018 sonuna kadar Lizbon büyükelçiliğini yaptı.
Yıllardır yürütülen onca karalama kampanyasından geriye kalan işte bu bir avuç çürük iddia ile işkence yoluyla itirafçı olmaya zorlandıkları Ankara Barosu raporlarıyla tespit edilmiş birkaç tutukludan alınmış “ifadeler.”
İddiaların bir kısmının doğrudan ilgilendirdiği kıdemli şahısların halen görevlerine devam etmeleri ve ifadelerine bile başvurulmamış olması, Ankara savcıları tarafından “FETÖ Dışişleri yapılanması” başlığı altında yürütülen soruşturmaların ne derece ciddi olduğu hakkında yeterince fikir veriyor.
Naci Koru’nun yukarıda bahsi geçen notlarında, iddialara konu olan dönemde sadece İngilizce’ye veya Almanca ve Fransızca gibi önde gelen Avrupa dillerine değil; Rusça, Çince ve Arapça gibi stratejik önemde dillere hakim olduğunu belgelemiş kişilerin giriş yaptığı da yazıyordu.
Bu kişiler ülkenin tek sesli medyasında “FETÖ’nün dilsiz diplomatları” olarak karalandı.
Kampanyanın sonucu, dil bilen, dünyayı tanıyan ve iyi okullarda yetişmiş insan potansiyelinin bir kısmının ülke içinde hayatının karartılması; ve yurtdışı görevindeyken ülkeye çağırılınca aynı akıbete uğrama endişesiyle dönmeyen veya yurtdışına çıkmayı bir şekilde başarabilen diğerlerinin ülkeden kaçırılması oldu.