Aralarında ABD, Almanya, Fransa ve Hollanda Büyükelçilerinin de bulunduğu Türkiye’de görevli 10 Büyükelçi ulusal ve uluslararası hukuka riayet edilerek 4 yıldır tutuklu olan Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını talep etti. Bu ortak açıklamanın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, açıklamaya imza atan Büyükelçilerin istenmeyen kişi (persona non grata) ilan edilmeleri için Dışişlerine talimat verdiğini duyurdu.
Konu kısa süre içerisinde iç ve dış basında geniş yankı buldu. Büyükelçilerin hükümetlerinin Erdoğan’ın kararının yanlışlığını bildiren açıklamalara ek olarak Avrupa Parlamentosu Başkanı da kararı eleştirdi. Avrupalı siyasilerden Büyükelçilere destek açıklamaları gelmeye devam ediyor.
Uluslararası Hukuk Düzenlemeleri
1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesinin 9’uncu maddesi istenmeyen kişi konusunu düzenlemektedir. Buna göre “Kabul eden Devlet, herhangi bir zaman ve kararının gerekçesini açıklamak zorunluluğunda olmaksızın, gönderen Devlet misyon şefinin veya misyon Diplomatik kadrosunun herhangi bir üyesinin istenmeyen şahıs (Persona non grata) olduğunu veya misyon kadrosunun herhangi bir başka üyesinin kabule şayan olmadığını bildirebilir.”
Büyükelçiyi gönderen devletin bu kişiyi geri çağırmayı reddetmesi veya bu işi çok ağırdan alması halinde kabul eden devlet ilgili kisiyi misyonun bir üyesi olarak tanımayı reddedebilir. Dolayısıyla Büyükelçi artık diplomatik dokunulmazlık ve bağışıklıklardan yararlanamaz hale gelir.
İstenmeyen kişi ilani devletlerin egemenlik yetkileri kapsamında alacakları bireysel kararlardır. Bu konuyu denetleyen, uygulayan veya hakem görevi görerek karara bağlayan kurulu bir mekanizma yoktur. Bu da demek oluyor ki mütekabiliyet çerçevesinde, Büyükelçisi sınır dışı edilen ülkenin de Türk Büyükelçisini sınır dışı etmesi mümkündür.
Kararın Uygulanması ve Olası Sonuçları
Büyükelçiler şüphesiz ki ülkelerinden aldıkları talimat üzerine hareket etmişlerdir. Nazik bir açıklama ile dile getirilen talepte spesifik yasa ve kararlara atıf yapılmaması dikkat çekmektedir. Bu yaklaşım, dost ülkelerin, Türk yargısına işini öğretmeye çalışmak yerine, diplomatik bir üslupla nazik bir uyarıda bulunmayı tercih etmeleri olarak değerlendirilebilir. Keza bu çağrı, insan haklarına riayet edilmesi gibi temel bir hususu dikkate getiren bir çağrıdır. Söz konusu açıklama olmasaydı bile Türkiye AİHM kararlarını uygulamakla yükümlüdür. Tutukluluğun keyfi olarak bir baskı aracı olarak kullanılması insanlığa karşı suçtur, bu konuda instituDE’un ilgili raporuna bu linki tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Osman Kavala davası Türk yargısı ve adalet teşkilatının uzunca bir süredir yargı bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşüren kararları ve uygulamalarının ne ilk ne de son örneğidir. İçeride yükselen muhalif seslere kulaklarını tıkayan ve dahası bu sesleri susturmaya yönelik adımlar atan mevcut yönetimin, en azından dışarıdan gelen nazik uyarılara kulak vermesi beklenmektedir. Esasen bahse konu açıklamanın temelinde yatan nedenin bu olduğunu tahmin etmek de güç değildir.
Bunun yanısıra, Türkiye için siyasi, askeri ve ekonomik anlamda son derece önemli olan söz konusu on ülkeye karşı atılacak bu adımın, Türkiye için bu alanlarda ciddi olumsuz sonuçları olacaktır. Türkiye’nin uluslararası alanda yaşadığı yalnızlık daha da artacaktır. Erdoğan’ın açıkladığı kararın uygulanması zaten insan hakları karnesi kötü olan Türkiye’nin uluslararası arenada daha da itibar kaybetmesi anlamına gelecektir.
Diplomasiden, güzel zamanlardan ziyade zor zamanlarda ihtiyaç duyulan ikili ve çok taraflı ilişkilerin devamını sağlaması beklenir. Erdoğan yönetimine (ve ona bağlı Dışişleri bürokrasisine) düşen sağduyulu bir yaklaşım ile bu anlayışın gereğini yerine getirmektir.
Uzun zamandır gönyesini kaybetmiş Erdoğan yönetiminin siyasi geleceği uğruna her türlü yola başvurması bugün dost düşman kimseyi şaşırtmasa da ülkenin dışişleri siyasetini yürütme görevi üstlenmiş Dışişleri bürokrasisinin (bilhassa Büyükelçilerin) üzerine düşeni yaparak Erdoğan’ı bu kararın yanlışlığına ikna etmesi beklenir. Erdoğan’a bu gerçeği hatırlatmayan Dışişleri bürokrasisi görevini en hafif tabirle ihmal etmiş olacaktır. Dışişleri sahasının kıdemli isimleri de bir yandan Dışişleri bürokrasisine söz konusu rolünü hatırlatırken, diğer yandan beklentileri maalesef düşük tutmak gerektiği yönündeki görüşlerini kayda geçirmişlerdir. Uzun zamandır Erdoğan’ın emir eri haline dönmüş Dışişleri’nin bu gelişmeler karşısında nasıl bir sınav vereceğini hepimiz bekleyip göreceğiz.
Son söz
Diğer yandan, 10 Büyükelçinin istenmeyen kişi ilan edilmesi son çare olarak başvurulması gereken bir diplomatik yaptırımın iç siyasette safları sıklaştırmak adına kötüye kullanılmasının bir örneğini teşkil etmektedir. Kayda geçirilmesi gereken önemli diğer bir husus da şudur ki Erdoğan hiçbir bağlayıcılığı olmayan bir açıklamayı bile suiistimal edebilmekte ve sadece iç değil uluslararası kamuoyunu dahi karıştırabilmektedir.