Latin Amerika'nın en büyük ülkesi Brezilya'da solun adayı Luiz Inácio Lula da Silva ile aşırı sağcı mevcut başkan Jair Bolsonaro arasında gerçekleşen çekişmeli bir seçim döneminin ardından, 30 Ekim gecesi Lula az bir farkla da olsa galibiyetle çıktı. İkinci tur seçim sonuçlarına göre, Lula üçüncü kez başkan olarak seçilirken, Tropiklerin Trump'ı diye bilinen ve ABD eski Başkanı Trump'ın büyük övgülerle destek verdiği Bolsonaro, ikinci döneme seçilemeyen tek Brezilya devlet başkanı olarak tarihe geçti.
Tüm dünya bu seçimleri merakla izledi. Seçimlerin bu kadar merak uyandırması arkasında yatan neden yarışan adayların profiliyle ilgili. Adaylardan ilki olan Lula, iki dönem başkanlık yapıp ardından yolsuzluk suçlamasıyla yargılanmış ve hapis yatıp çıkmış bir lider. Diğer aday Bolsonaro ise başta Amazon ormanlarının yanıp yok olmasına sessiz kalmış, COVİD-19 karşısında bilimdışı tutumuyla yüzbinlerce insanın dolaylı olarak ölümüne yol açmış, askeri rejimleri ve işkenceleri savunmuş, sansasyonel çıkışlarla gündemden düşmeyen popülist bir başkan.
Anketler, Bolsonaro’nun ilk turda bile başkanlığı kaybetme ihtimalini öngörüyordu. Pek çok kamuoyu yoklamasında iki aday arasındaki fark yüzde 8'in üzerindeydi. Ama seçim sonuçları, aşırı sağcı lidere desteğin hiç de öyle tahmin edildiği kadar az olmadığını gösterdi. Kimileri bunun Bolsonarizmin başarısı olarak yorumladı. Bolsonaro, 4 yıllık iktidarı döneminde, muhafazakar ve dini değerler üzerine kurduğu bir söylemle, Brezilya siyasetinde yeni bir popülist alan açtı. Kongre ve yerel seçim sonuçları da, Bolsonaro’nun liderliğindeki bu popülist siyaset anlayışının halk nezdinde kabul gördüğünü gözler önüne seriyor. Kısacası, Bolsonaro başkanlık seçimini kaybetti ama Bolsonarizm bu sınavdan güçlenerek çıktı.
Lula, "yaptıklarım, yapacaklarımın teminatıdır" söylemiyle başarılı bir seçim kampanyası yürüttü. Peki ya sonrası? 77 yaşındaki liderin gerçekten Brezilya'daki köklü sorunlara ciddi çözümler ürettiği 2000'lerin başındaki parlak iktidar dönemini tekrar edip edemeyeceği sorusu ülkenin en önemli gündem maddesi.
Kuvvetle muhtemel yeni dönem Lula için eskisi gibi olmayacak. Bu öngörü için hem uluslararası hem de yerel sebepleri sıralamak mümkün.
Yerel sebeplerden başlayacak olursak, yeni dönemde Lula'nın "topal ördek" konumunda olacağının altını çizmek gerek. Bolsonaro’nun partisi Liberal Parti (Partido Liberal) Kongre'de üstünlüğü elde eden taraf oldu. Önümüzdeki dönemde gerek Temsilciler Meclisi’nde gerekse Senato’da çoğunluk, merkez ve sağ partilerde olacak. Bolsonaro ve müttefiklerinden beklenen, yasama organındaki üstünlüğünü kullanarak yeni seçilen Lula’yı mümkün olduğunca engellemek ve istediği reformlara engel olmak olacak. Böylece Bolsonaro ve diğer muhtemel sağ adaylar Lula'nın halk karşısındaki imajını ve etkisini zayıflatıp gelecek seçimlere hazırlık yapacak.
Siyasetteki bu olumsuz tabloya, seçim sonuçlarına da yansıyan halk tarafındaki kutuplaşmayı da eklemek gerek. Lula'yı "şeytanla işbirliği yapan bir hırsız" olarak gören milyonlarca seçmen var hala ülkede.
Uluslararası konjonktür de pek Lula'dan yana görünmüyor. Çin'in ithalat talebindeki düşüş ve artan küresel ekonomik kriz, Lula iktidarı için önemli sınamaların başında geliyor. Brezilya'nin 2000'lerin başında emtia ve enerji fiyatlarındaki artışla elde ettiği ekonomik büyümenin bir benzerinin ilerleyen dönemde tekrarlaması pek mümkün görünmüyor. Bu durumda Lula, açlıkla mücadele sözünü yerine getirmek için içeride yapısal vergi reformları ile meşgul olacak. Sermaye ve üst gelir gruplarının, bu doğrultudaki çabalara sıcak bakmayacağı aşikar.
Latin Amerika'da yeni pembe dalga mı?
Tablodan da görüleceği üzere, son seçimlerle birlikte Latin Amerika'da sol iktidarlar, siyasi haritayı tamamen değiştirdi. Peki bölgedeki bu yeni sol dalgayı nasıl okumak gerekiyor?
Burada üzerinde durulması gereken nokta, solun sağ karşısında aldığı zaferden ziyade, muhalefetin mevcut iktidarlara karşı kazandığı galibiyetler. Mesela son beş yıl içerisinde yapılan 11 seçimden 6'sını sol kazanırken, muhalefet adaylarının kazandığı seçim sayısı 10. Yine, Latin Amerika'da yapılan son 15 seçimin tamamını muhalif adaylar kazandı. Yani, mevcut iktidara duyulan hoşnutsuzluk ve öfke, seçmen davranışlarını ideolojik tercihlerden daha çok şekillendiriyor. Bu öfkenin katlanarak artmasında, gelir eşitsizliğine neden olan neoliberal politikaların katkısı tabi ki yadsınamaz. Ancak, bölgedeki seçmen pandemi ile iyice ağırlaşan ekonomik ve sosyal şartlardan doğrudan mevcut iktidarı sorumlu tutuyor. Bu trend ilerleyen yıllarda da devam edeceğe benziyor.
Bu durum aslında Latin Amerika'da demokrasinin sağlam işlediğinin de bir göstergesi. Muhalefetin iktidar karşısında kazanabileceği adil ve özgür seçimler yapılabiliyor. Tabi Venezuela, Küba ve Nikaragua gibi otoriter rejimleri bu denklemden çıkarmak gerekiyor.
Trump'ın ardından otoriterleşmeye meyilli bir başka sağ popülist liderin daha iktidarını kaybetmesi, benzer liderler tarafından yönetilen Türkiye gibi ülkeler için de hiç şüphesiz ümit verici. Ama yalnızca 4 yıldır iktidarda olan Bolsonaro ile 20 yıldır her seçimi kazanmış, kurumları tasfiye edip, ülkede yeni bir rejim inşa etmiş Erdoğan'ı kıyaslamanın doğru olmayacağını da belirtmek gerek. Yine de Türkiye'nin Brezilya seçimlerinden çıkaracağı en önemli derslerden biri hiç şüphesiz, anket sonuçlarına güvenip, iktidarın eriyen desteği karşısında rehavete kapılmayıp, seçmene güven verebilecek güçlü aday ve politikalarla seçimlere gidebilmek olacaktır.