Gazze’deki şiddetin yoğunluğu göreceli olarak azalırken Orta Doğu Lübnan-İsrail sınırında yeni bir savaşın eşiğine geldi. Aslında geçen sene 7 Ekim’de Hamas’ın gerçekleştirdiği terör saldırısının ardından Hizbullah ve İsrail arasında da yeni bir çatışma başlamıştı. Hizbullah Hamas’a aktif olarak destek vermese de, kuzey sınırından İsrail’i füze ve insansız hava araçlarıyla taciz ederek İsrail ordusunu baskı altına almaya ve bu şekilde Hamas’ın yükünü hafifletmeye çalıştı. Her ne kadar İsrail’in etkili hava savunma sistemi bu tacizlere karşı etkili olsa da Hizbullah’ın bazı saldırıları bu sistemi delebiliyor. İsrail’in kuzeyindeki yerleşim yerlerine düşen bu füzeler de bölgede yaşayan İsrail vatandaşlarının hayatlarını derinden etkiledi. Bir kısmı daha güneye sığınan bölge halkı Başbakan Bünyamin Netanyahu’nun liderlik ettiği İsrail hükümetine bir süredir Hizbullah’a karşı daha etkili önlemler alması için baskı yapmaktaydı. Son zamanlarda bu baskılar sonuç vermeye başladı ki İsrail güvenlik güçleri dikkatlerini artık kuzey cephesine yani Hizbullah’a çevirmeye başladılar.
İsrail’in 30 Temmuz’da Hizbullah’ın önde gelen komutanlarından olduğu anlaşılan Fuad Şükür’e karşı düzenlediği saldırı büyük yankı uyandırmıştı. Ancak 17-18 Eylül’de Hizbullah’ın kullandığı çağrı cihazları ve telsizlerine yönelik düzenlenen bombalı saldırı Şükür suikastını gölgede bıraktı. Operasyonun bu kadar sofistike olması bir yana, Hizbullah’ı düşürdüğü küçük düşürücü durum, örgütün iletişim altyapısının aldığı darbe, milis güçlerinin kimliklerini deşifre etmesi, örgüt içinde çok daha derin bir istihbarat açığına işaret etmesi ve sürpriz etkisi örgüt için ciddi bir darbe oldu. Bu saldırıların şoku daha geçmeden İsrail yine Hizbullah’ın çok sayıda komutanını hedef alan bir başka saldırı gerçekleştirerek baskısını devam ettirdi.
Ancak bu saldırılar Hizbullah’ı vazgeçirmişe benzemiyor. Örgütün lideri Hasan Nasrallah Gazze’de ateşkes sağlanmadıkça kuzeyden saldırılarına devam edeceklerini açıkladı. Ki, Hizbullah’ın roket saldırıları artarak devam ediyor. İsrail’in düzenlediği hava saldırılarında ise en son 1000’den fazla Lübnan vatandaşı hayatını kaybetmişti.
Bu şiddet sarmalının tam teşekküllü bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğini kestirmek zor. Yeni bir savaş için ortam hazır gözükse de savaş kaçınılmaz değil. Ancak halihazırdaki tablonun da bölge için ciddi tehditler doğuruyor.
Her şeyden önce bu operasyon dalgasının Hizbullah’a yönelik etkisine bakmak gerekiyor. Hava saldırıları bir yana, İsrail’in düzenlediği nokta atışı saldırılar doğrudan Hizbullah’ın komuta kademesini hedef alıyor. Peki bu tarz saldırılar ne kadar etkili?
Uzmanlar terörle mücadelede suikastların (İngilizce adıyla targeted assasinations) etkisi konusunda kararsız. Bu tarz operasyonlar yeni değil. İsrail on yıllardır Filistinli gruplara karşı bu tarz saldırılar düzenliyor. Amerika Birleşik Devletleri de el Kaide ve Işid liderlerine benzer operasyonlar düzenliyor. Türkiye de sık sık PKK liderlerine yönelik nokta atışı saldırılar düzenlemekte. Yapılan araştırmalarda öne çıkan, bu tarz saldırılar örgüte kısa vadede etkisi olsa da uzun vadede etkisiz gibi gözüküyor.
Nokta atışı suikastlar kısa vadede örgüt içinde paniğe neden olabilmekte ve eğer bir saldırı hazırlığı varsa bu saldırıyı önleyebilmekte. Aynı zamanda nokta atışı suikastlar örgüt içinden bir sızıntıya işaret ettiğinden örgüt üyelerini birbirine düşürebilmekte ve yargısız infazlara yol açabilmekte. Bununla birlikte bazı durumlarda örgüt destekçilerini teskin etmek ve intikam almak için saldırılarını daha da artırabilmekte. Yani örgüt liderlerine yönelik suikastların kısa vadedeki etkileri her zaman şiddeti azaltmıyor.
Suikastların uzun vadeli etkileri ise daha zayıf. Özellikle ast-üst ilişkisi daha belirgin köklü örgütler, ki Hizbullah’ı bunların arasına katabiliriz, komuta kademesindeki kayıplara karşı daha dayanıklı olabilmekteler. Dahası, örgütün verdiği kayıpların neden olduğu duygusal etki yeni insan kazanmanın da önünü açmakta, örgüte yeni şehitler, yeni mitler ve yeni halk kahramanları kazandırmakta.
Dolayısıyla İsrail’in düzenlediği saldırılar kısa vadede Hizbullah’ın saldırı kapasitesini zayıflatıp örgüt içinde bir karışıklığa yol açsa da Lübnan’ın Şii nüfusu arasında güçlü bir organizasyona sahip olan örgüt kısa zamanda bu saldırıların etkisini azaltabilecek güce sahip.
İsrail ve Hizbullah arasındaki bir gerilimden ilk etkilenecek aktör Lübnan. Hizbullah Lübnan’da gölge hükümet rolü oynamakta. Ülkenin parlamentosundan bürokrasisine birçok kurumunda Hizbullah etkin bir aktör. Ancak Sünniler, Şiiler ve Hristiyanlar arasında bölünen ülkenin tek aktörü Hizbullah değil. Aslında son birkaç yıldır Lübnan siyaseti bu aktörler arasında bir bilek güreşinde çıkmaza girmiş durumda. Ülkede zaman zaman ilaç bulmayı bile imkânsız hale getiren ekonomik kriz ise siyasi krizin etkisini daha da artırmakta. Dolayısıyla İsrail saldırılarının getireceği yıkımın Lübnan’ın belini biraz daha bükeceğini tahmin edebiliriz. Diğer taraftan dışarıda yeni bir savaşa girmek Hizbullah’ı Lübnan iç siyasetinde biraz daha zayıflatabilir ve rakiplerine tavizler vermesine neden olabilir.
Suriye cephesi ise İsrail-Hizbullah geriliminin etkileyeceği bir diğer cephe. Hizbullah Suriye’de önemli bir aktör. Suriye rejiminin bu savaştan ayakta çıkmasında örgüt önemli bir rol oynadı ve önemli kayıplar verdi. Suriye’de sıcak çatışmalar son yıllarda azalsa da henüz bir istikrar sağlanabilmiş değil. Hizbullah’ın ve dolayısıyla İran’ın dikkatini İsrail’e vermesi Suriye’de yeni hareketlenmelere yol açabilir.
İsrail-Hizbullah gerilimi aslında bütün bir bölgeyi etkileyecek bir gerilim. Direniş ekseni denilen İran ve milis güçleri rakiplerini birçok farklı cephede savaşmaya zorlayabiliyor. Hizbullah’la yaşanacak bir gerilim Irak’taki ve Yemen’deki milis güçlerini de hareketlendirecektir. Dahası İran’ı da böyle bir gerilimin içine çekebilir. Böylesine bir bölgesel hareketlenmede diğer bölgesel güçlerin alacağı pozisyon da önem taşıyacaktır. İran’ın İsrail’e yönelik füze ve insansız hava aracı saldırısında Arap devletlerinin sağladığı istihbarat ve lojistik destek önemli rol oynamıştı. Hizbullah-İsrail geriliminin bölgeye yayılması halinde İsrail’in müttefiki ABD Arap devletlerini de yanında görmek isteyecektir. Bu da Yemen’de, Irak’ta ve Körfez’de yeni mezhepsel gerilimlere yol açabilir.
Peki Türkiye?
Türkiye tutarlı politikalar yerine böylesine krizlerde genelde birbiriyle çelişen farklı gündemler takip etmekte. Ankara İsrail’in karşısında olan herhangi bir güce söylemsel destek verecektir. Diğer taraftan İsrail ile olan ticareti de dolaylı yollardan devam edecektir. Suriye cephesinde ise Hizbullah’ın ve İran’ın İsrail’le meşgul olmasını da fırsat bilecektir. Bu illa Suriye’de rejim güçlerine karşı yeni saldırı dalgası anlamına gelmeyebilir. Ancak rejimin eskisi kadar İran’dan ve Hizbullah’tan destek göremeyecek olması Ankara’ya karşı daha tavizkar bir politika izlemesine neden olabilir. Araplarla İran arasında artan gerilimde ise Ukrayna krizine benzer şekilde Türkiye’nin daha orta yolcu iki tarafı da memnun etmeye aynı zamanda iki taraftan da maksimum kazanım elde etmeye yönelik bir politika takip edeceğini umabiliriz.
Tabi bütün bunlar kaçınılmaz bir kader değil. Uzlaşmacı politikalar ve diplomasi bölgeyi farklı bir yere getirebilirdi. Ancak şu ana kadar taraflar ellerini tetikten çekmediler.