İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid 13 Haziran Pazartesi günü yaptığı açıklamada İran devletinin İsraillilere karşı saldırı hazırlığında bulunduğunu ifadeyle şunları söyledi: “Kaçırmak ya da öldürmek kastıyla İsrail vatandaşlarını seçiyorlar. Bu gerçek ve hemen olabilecek bir tehdit. İsraillilere İstanbul’a uçmamaları çağrısında bulunuyoruz. Hayati bir nedeniniz yoksa Türkiye’ye uçmayın. İstanbul’daysanız mümkün olan en kısa sürede İsrail’e dönün. Hiçbir tatil hayatınızı tehlikeye atmaya değmez.” İsrail Dışişleri Bakanı Lapid’in açıklaması Tahran’da Mayıs ayında yapılan ve İsrail’in dış istihbarat servisi Mossad’a atfedilen en son suikast bağlamında gerçekleşti. İran Devrim Muhafızları komutanı General Hüseyin Selami de suikastten “Siyonistleri” sorumlu tuttu ve intikam alacaklarını dile getirdi. İsrailli yetkililerin yaptığı açıklamalardan da görüldüğü üzere Albay Hüdayi’nin intikamını almak için İran’ın Türkiye’de bulunan İsraillileri gözüne kestirdiği anlaşılıyor.
İran Devrim Muhafızları mensubu Albay Seyyid Hüdayi Mayıs ayında görev yeri Suriye’den döndükten birkaç gün sonra Tahran'da evinin önünde motosikletli iki kişinin gerçekleştirdiği suikast sonucu hayatını kaybetti. İran Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Gücü'nde üst düzey bir çalışan olan Albay Hüdayi, bir rivayete göre Kudüs Gücü'nün drone geliştirmekten sorumlu teknoloji ve silah geliştirme programında direktör yardımcısı, başka bir iddiaya göre ise yurtdışında yaşayan İsraillileri hedef alan suikast girişimlerinden sorumlu bir askerdi. Albay Hüdayi esasen Mossad saldırısı sonucu İran’da hayatını kaybeden ilk kişi değil. İran'ın nükleer programında önemli bir rol üstlendiği belirtilen nükleer bilimci Muhsin Fahrizade de 2020 yılında İran’da bir suikast neticesinde ölmüştü. Önceki yıllarda da nükleer alanında çalışan bazı İranlı bilim adamlarının Mossad tarafından öldürüldüğü düşünülüyor.
İsrail’in İran’daki bilinen faaliyetleri bu suikastlerin ötesine uzanıyor. Nisan ayında aralarında Türkiye’de çalışan bir İsrailli diplomatın da bulunduğu üç kişiye suikast düzenlemek için Kudüs Gücü tarafından Mansur Rasuli’nin görevlendirilmesi üzerine, adı geçen Mossad tarafından Tahran’ın göbeğinde kaçırılmış ve sorgulanmıştı. İsrail’in ayrıca son senelerde İran’da nükleer tesisler, askeri üsler ve elektrik santralleri dahil olmak üzere birçok hedefe yönelik sabotajın arkasında yer aldığı ve ülkede aktif bir şekilde çalıştığı belirtiliyor.
İsrail’in İran toprakları içinde pervasızca ve rahatlıkla yürüttüğü bu istihbari faaliyetlerin amaçları arasında Tahran’ın nükleer silah geliştirme sürecini yavaşlatmak, İsrail’in tehdit olarak gördüğü Lübnan Hizbullah’ına verilen desteğe tepkisini koymak ve Suriye üs olarak kullanılarak İsrail’e karşı gerçekleştirilen saldırılara misillemede bulunmak yer alıyor. Bazıları bu amaçlar arasında İran’la ABD arasında devam eden nükleer müzakerelerin sabote edilmesinin de bulunduğunu iddia ediyor.
Onlarca ülkede İsrail diplomatik misyonu bulunmasına ve İsraillilerin turist olarak dünyanın birçok ülkesine gidiyor olmasına rağmen, İran’ın bu suikastlere misilleme yapmak için Türkiye’yi tercih etmesinin çeşitli nedenleri bulunuyor.
Öncelikle, coğrafi yakınlık İran’ın Türkiye’deki faaliyetlerini artıran bir etken. Bu bağlamda, Türkiye ve İran arasında uyuşturucu, insan kaçakçılığı ve birçok farklı alanlarda faaliyet gösteren suç şebekeleri bulunuyor. İran, inkar edilebilirlik adına bazı suçları bu kişiler ve örgütler üzerinden gerçekleştiriyor. Örneğin, 14 Kasım 2019 tarihinde İranlı muhalif Mesud Molavi Vardanjani İstanbul’daki Kanyon AVM önünde İranlı uyuşturucu baronu Zindaşti'nin adamı tarafından öldürülmüştü. Saldırı sonrası azmettirici olarak tutuklananlar arasında İran'ın İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı Reza Nasırzade de yer alıyordu. Muhtemelen iki ülkenin istihbarat teşkilatları arasında varılan bir mutabakata binaen savcılığın talimatıyla 2021’de tahliye edilen ve hemen sonrasında hakkında tutuklama kararı çıkartılan Nasırzade o arada çoktan sırra kadem basmıştı.
Ne var ki, coğrafi yakınlık İran istihbaratının neden Türkiye’de kendini nispeten rahat hissettiğini tek başına açıklayamaya yetmiyor. Nihayetinde, binlerce İsrail vatandaşının ziyaret ettiği Körfez’deki Arap ülkelerinde de benzer saldırılar planlayabilirdi. Bu bağlamda, İran’ın Türkiye’yi operasyon üssü olarak seçme nedenleri arasında İran istihbaratının özellikle son on yılda Türkiye’de faaliyet alanlarını ve kabiliyetlerini oldukça güçlendirmiş olduğu gerçeğini vurgulamak gerekiyor. İran’a uygulanan BM ambargosunun Türkiye üzerinden delinmesi sürecinde AKP hükümetinin müzahir tavrının da etkisiyle İran ülkedeki faaliyetlerini ciddi oranda artırma imkanına kavuşmuştu. Ayrıca, 2013 yılında MİT, İstanbul’da Mossad ajanlarıyla mutat görüşmesine geldiği anlaşılan 10 kadar İran vatandaşının bilgilerini İranlı muhataplarına iletmekte beis görmemişti. Diğer taraftan, Kudüs Gücü’nün Türkiye’deki faaliyetlerini üstlenen taşeron örgüte (Selam Tevhid) yönelik polis soruşturması da 2014 Temmuz ayında hükümetin emri üzerine savcılık tarafından bir daha açılmamak üzere kapatılmıştı.
Öte yandan, cari açık sorunuyla boğuşan ve bu nedenle turizm sezonundan yüksek beklentisi bulunan Türkiye doğal olarak İsrail’in “Türkiye’ye tatile gitmeyin” çağrısından rahatsızlık duydu. Nihayetinde Türkiye Seyahat Acentaları Birliği’nin (TÜRSAB) verdiği bilgilere göre sadece bu yıl Ocak ve Nisan ayları arasında İsrail’den 160 bine yakın turist Türkiye’yi ziyaret etti. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi Tanju Bilgiç bu çerçevede yaptığı yazılı açıklamada şu hususları kaydetti: “Son günlerde bazı ülkelerin Türkiye’deki vatandaşlarına yönelik seyahat uyarıları yayınladıkları görülmektedir. Söz konusu uyarıların, farklı uluslararası gelişmelerle ve saiklerle bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Esasen ilgili makamlarımızca, terörle mücadeleye ilişkin işbirliği mekanizmalarımız çerçevesinde, gerekli her türlü güvenlik tedbiri alınmaktadır.” Nitekim, basına yansıdığı kadarıyla İran'ın İsrailli iş insanı Yair Geller'a suikast düzenleme planı da Şubat ayında İsrail’in sağladığı bilgiler üzerine MİT tarafından engellenmiş ve suikast timinin 8 üyesi yakalanmıştı.
Sonuç olarak, İran’ın Türkiye’ye istihbari açıdan bir nevi arka bahçe olarak baktığı ve İstanbul’da uluslararası hedeflere yönelik operasyon yapmaktan dahi çekinmediği görülüyor. Türkiye ise gerek İsrail’in gerek İran’ın ülkedeki faaliyetlerini yakından takip ediyor. İran’ın jeopolitik açıdan önem arz eden ve sadece İstanbul’da aralarında siyasi göçmenlerin de bulunduğu 113 bin civarında İranlının yaşadığı bir ülkede istihbarat faaliyetleri yürütmesi hayatın doğal akışına uygun bir durum. Bununla birlikte, son dönemdeki gelişmelerden İran’ın Türkiye’deki istihbarat ağını diğer ülkelerdekine göre daha güçlü addettiği ve Türkiye’nin kendi egemenlik sahasında gerçekleşecek bir suikasta verebileceği tepkiyi rahatlıkla yönetebileceğini öngördüğü bir kez daha anlaşılıyor.