Demokrasinin 800 yıldır evrilerek geliştiği İngiltere'de son dönemde yaşanan yönetim krizlerini anlayabilmek için ülkenin yakın geçmişine bakmamız gerekiyor. Dünyanın bir önceki süper gücü olan İngiltere ekonomik trendlerin mevcut şekilde devam etmesi halinde yakında Fransa ve Hindistan'ın da gerisinde kalarak dünyanın 7. ekonomisi pozisyonuna düşmüş olacak. Son 12 yılda 6 başbakan değiştiren ülke bugünlere nasıl geldi, bunu özet bir şekilde değerlendirmeye çalışalım.
“Söz Vermiştin, Sıra Bende”
44 yaşında Başbakan seçilen Tony Blair, 10 yıllık istikrarlı bir dönemin ardından 2007 yılında koltuğunu İşçi Partisi’nin 2 numaralı ismi Gordon Brown’a devredip siyaset sahnesinden ayrılıyordu. İddialara göre, yıllar önce İşci Partisi kongresinde lider olabilmek için desteğini istediği Brown, eğer bir gün başbakan seçilirse kısa bir süreliğine de olsa kendisinin de başbakanlık yapması koşuluyla bu desteği sağlamıştı. Irak işgali sonrası azalan popülaritesi, parti içinden gelen tepkiler ve Brown’la yaptığı centilmenlik anlaşması sonucunda Blair seçimlere 3 yıl kala başbakanlığı bıraktı. Güçlü ve profili yüksek bir başbakandan yönetim yeterliliği sorgulanan bir başbakana geçildiği 2007’de yaşanan iki önemli gelişme bugünlere kadar gelinen sürecin temel tetikleyicisi oldular.
Göç Dalgaları ve Finansal Kriz
2004 yılındaki 10 yeni üyenin AB'ye katıldığı ilk dalgadan sonra 2007 yılında Romanya ve Bulgaristan da Birlik üyesi oldular. Polonya, Romanya ve Bulgaristan başta olmak üzere Orta ve Doğu Avrupa'nın bu yeni AB üyesi ülkelerinden batıya doğru başlayan göç dalgalarının bir numaralı hedef ülkesi ise İngiltere idi. 2007 yılında baş gösteren ve 2008-2009 yıllarında da İngiltere'yi çok derinden etkileyen finansal ekonomik krizle aynı döneme denk gelen Doğu Avrupa kaynaklı bu AB içi göç dalgası, toplumda AB karşıtı siyasi partilerin güçlenmesine sebep oldu.
2008 yılında yaşanan resesyonun ardından girilen 2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde İngiltere tarihinde ilk defa ırkçı olarak nitelendirilebilecek partiler Avrupa Parlamentosuna vekil gönderebildiler. O tarihlerde yüksek lisans eğitimim vesilesiyle bulunduğum Manchester'da evime kadar gelen bir seçim broşürünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Aşırı sağcı British National Party’nin seçim broşüründe Eminönü'nden kalabalık bir insan seli fotoğrafının altında şu ifadeler yer alıyordu: “AB kapılarında bekleyen 80 milyon müslüman Türk'ün de İngiltere sokaklarında gezmesini istemiyorsanız bize oy verin”. “British Jobs for British Workers” yine o dönemde sık kullanılmaya başlanan siyasi bir slogandı. Böylelikle, bu partiler Amerikan mortgage piyasası kaynaklı küresel finansal krizin İngiltere’ye derin etkilerini Polonyalı, Romen ve Bulgar işçilere fatura etmeye başlamışlardı.
II. Dünya Savaşı'ndan beri İlk Koalisyon
İngiltere’de seçim sisteminin yapısı itibariyle koalisyonlar imkan dahilinde olmakla birlikte uygulamada sık karşılaşılan bir durum değildir. 2010 yılında yapılan genel seçimlerde ise 13 yıllık İşçi Partisi iktidarı sona ermiş, Muhafazakar Parti Genel Başkanı David Cameron başbakanlığında, 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk defa birinci parti parlamentodaki çoğunluğu elde edemediği için, koalisyon hükümeti kurulmuştu. Bu seçim sonucunun ortaya çıkmasında, yukarıda açıkladığımız üzere gelişen siyasi atmosferin etkisiyle artan aşırı sağ oyların etkisi büyüktü. Muhafazakar Parti-Liberal Demokrat Parti koalisyonu ilk olarak bütçe açığını azaltmak için kamu harcamalarında kısıntıya gitti. Bu da başta, İngiltereli milyonlar için büyük anlam ifade eden ve onlar için bir sağlık sisteminden daha ötesi olan NHS olmak üzere bazı sosyal hizmetlerin, İşçi Partisi döneminde olduğunun aksine, politika önceliği olmadığını gösteriyordu.
Göçmen-Metre
İngiltere'ye Avrupa Birliği dışından vize başvurusunda bulunan göçmen adaylarının kabulü için gerekli olan asgari puan seviyesini belirleyen puan tabanlı sistem, özellikle Muhafazakar Parti İçişleri Bakanı Theresa May zamanında oldukça zorlaştırılmış, AB dışından başvuran nitelikli göçmen adaylarının bile asgari puanı yakalaması imkansıza yakın hale gelmişti. Rus kökenli İngiliz vatandaşı ve 2010 Nobel fizik ödülü sahibi Sir Andre Geim üzerinden yapılan bir simülasyon çalışmasında, ünlü bilim adamının 1992 yılında İngiltere'ye gelirken sahip olduğu vize başvuru şartları mevcut puan sistemine uyarlanmış ve bilim adamının vize alabilecek asgari puanı alamadığı sonucuna ulaşıldı. Bunun gibi örneklerle bu sistem İngiliz medyasında sıkça eleştirilse de AB ve göçmen karşıtlığının İngiliz halkında makes bulması ve bunun da aşırı sağ partilere oy transferi ihtimalini doğurması Muhafazakar Partinin bu tür göçmen karşıtı politikalarından taviz vermesini engelliyordu. İngiltere'nin yavaş yavaş dünyaya kapanma politikaları benimsediği bu dönemde 2012 yılı yazında gerçekleştirilen Londra olimpiyatlarında verilen sevgi, barış ve dostluk mesajları ise Londra gökkubbesinde bir hoş sada olarak kalıyordu.
Nigel Farage Faktörü
2014 yılında gerçekleştirilen Avrupa parlamentosu seçimleri İngiltere için beklenmedik bir siyasi sonuç ortaya çıkardı. Nigel Farage önderliğindeki AB ve göçmen karşıtı UK Independence Party (UKIP) İngiltere'nin tüm köklü siyasi partilerini geride bırakarak birinci oldu. Aynı yıl İskoçya'da düzenlenen bağımsızlık referandumunda seçmenlerin sadece %55'i İskoçya'nın Birleşik Krallık içerisinde kalması yönünde oy kullandı.
Siyasi arenada her bir yönden gelen tehlike çanlarını işiten başbakan David Cameron 2015 yılında düzenlenen genel seçimlerde seçmene, Avrupa Birliği'nde(n) kalma/ayrılma konusunu bir referandum ile kendilerine soracağı sözünü vererek seçimlerden mutlak çoğunlukla ve tekrar başbakan olarak çıkmayı başardı.
BREXIT Referandumu
David Cameron söz verdiği üzere İngiliz halkının önüne referandum sandığını getirecekti. Referandum öncesi siyasi kampanyalar çok çetin bir şekilde cereyan etti. Brexit karşıtları ve Brexit taraftarları farklı argümanlarla kendi pozisyonlarının İngiltere'nin geleceği adına en iyi sonucu doğuracağını iddia ediyorlardı. Kampanya döneminde sosyal medya üzerinden yayılan haberler etkili oluyordu. Rusya'nın farklı ülkelerde denediği ve bazı analizlere göre başarılı olduğu seçim manipülasyonlarını Brexit sürecinde de uyguladığı ortaya kondu. Başbakan David Cameron'ın AB’de kalınması yönünde kampanya yaptığı ancak kendi parti üyelerini tercihlerinde serbest bıraktığı, İşçi Partisi’nin ise AB’den yana kampanya yürüttüğü referandum sonucunda, bıçak sırtı olarak adlandırılabilecek bir oranla, İngiltere, Avrupa Birliği'nden çıkma kararı verdi.
Müstafi Başbakanlar Dönemi
Referandum sonrasında Başbakan David Cameron istifa etti ve yerini şahin göçmenlik politikalarıyla ün yapmış olan ve başbakanın aksine Brexit yönünde kampanya yürüten İçişleri Bakanı Theresa May’e bıraktı. Böylece bir seçim yenilgisi olmaksızın istifa eden başbakanlar dönemi başladı.
2017’de Theresa May AB Antlaşmasının 50. maddesi çerçevesinde Brexit sürecini başlattı. Ancak Brexit planlarına daha büyük destek bulabilmek ümidiyle Haziran ayında bir ara seçime gitti. Seçim sonucunda umduğunun aksi ile karşılaşan Başbakan parlamentodaki çoğunluğunu kaybetti ve kuzey İrlanda NIDU Partisi desteği ile bir azınlık hükümeti kurdu.
Theresa May’in Brexit planları parlamentoda bir türlü kabul görmediği gibi kendisi hakkında güven oylaması yapıldı. May güven oylamasını atlatsa da devam eden dönemde Brexit sürecini yönetemediği için 2019’da başbakanlıktan istifa etti ve yerine Boris Johnson Muhafazakar Parti genel başkanı ve başbakan olarak seçildi.
İngiltere Brexit sürecini nihayete erdiremiyordu ancak kaçak göçmenlerin İngiltere'ye ulaşma hayali acı faturaları ile birlikte devam ediyordu. Bu dönemde soğuk hava bölmesi bulunan bir kamyonun kasasında 39 Vietnamlı göçmenin Essex’te hayatını kaybetmesi, konunun trajik insani yönünü tekrar tüm dünyanın gözleri önüne seriyordu.
Aralık 2019'da Brexit planlarını rahatça yürütmek isteyen Boris Johnson başbakanlığında İngiltere tekrar seçime girdi ve bu defa Muhafazakar Parti açık ara bir farkla mutlak çoğunluğu elde etti. Seçimlerden sadece 8 gün sonra rekor bir hızla İngiliz Parlamentosu Brexit kararını onayladı ve böylece Birleşik Krallık ve Akdeniz'deki toprağı Cebelitarık Avrupa Birliği'nden 31 Ocak 2020 tarihi itibarıyla resmen ayrılmış oldu. 11 aylık geçiş sürecinin ardından imzalanan ticaret ve işbirliği anlaşması ile de Gümrük Birliği ve Ortak Pazardan çıkan İngiltere, 1 Ocak 2021 tarihi itibarıyla ekonomik ve ticari olarak da Avrupa Birliği ile üyelik ilişkisini sonlandırmış oldu.
COVID-19 ve Savaş
Öncelikle pandemi sürecini, arkasından da Rusya-Ukrayna Savaşı'nın doğurmuş olduğu ekonomik ve siyasi sıkıntıları, Brexit sürecinin vermiş olduğu yorgunlukla karşılamaya çalışan İngiltere bu süreçte de ekonomik ve siyasi krizlerin merkezi oldu.
Boris Johnson'ın bir lider olarak olaylara yaklaşımı ve karakteri, kendi döneminde başbakanlık ofisinde Corona yasaklarının olduğu bir dönemde danışmanları tarafından düzenlenen partiler, ve Johnson'ın konuya yaklaşım tarzı kabine içerisinde rahatsızlıklara sebebiyet verdi. 2022 Yılında Johnson içeride kaybettiği popülaritesini özellikle Ukrayna savaşı üzerinden dünyada kazanmaya çalıştı.
Ancak Rishi Sunak başta olmak üzere kabinesinden gelen istifalar, Johnson hükümetini sonlandırdı. Boris Johnson’ın yerine seçilen Liz Truss ise artan enerji faturaları, İngiliz Merkez Bankası'nın faiz yükseltme kararları ve İngiliz poundunun tarihi değer kayıpları ile sarsıldı ve 44 günlük başbakanlık döneminin ardından göreve devam edemeyeceğini açıklayarak 20 Ekim 2022 tarihinde istifa etti.
Muhafazakar Parti içerisinde yapılan genel başkanlık seçimini tek aday olarak kazanan Rishi Sunak ise şimdilik yeni başbakan oldu. Muhalefet partileri ise erken genel seçim çağrısı yapıyorlar. İskoçyalı belli siyasiler ise yeniden bir bağımsızlık referandumu talebini dile getirmede gecikmedi. Ciddi enerji krizi yaşanan bir dönemde, hatırı sayılır enerji kaynaklarına sahip olan İskoçya'nın bağımsız olarak Avrupa Birliği'ne katılması senaryoları üzerinde tartışmalar devam ediyor.
İngiltere'de göç ve göçmenlik karşıtlığı demişken Rishi Sunak’ın İngiliz İmparatorluğu'nun Doğu Afrika topraklarında yaşayan ve 1960'larda İngiltere'ye göç eden Hindistan kökenli bir ailenin İngiltere'de doğan çocuğu olması, Obama'nın Amerika'da başkan seçilmesine benzer bir heyecan ve iyimserlik verebilirdi. Ancak kendisinin de Brexit referandumunda AB'den ayrılma yönünde kampanya yürütmüş olması ve İngiltere'nin siyasi krizlerden gerçekten yorulmuş olması bu iyimserliğe gölge düşürüyor. Hazine Bakanlığı tecrübesi olan Sunak, öncelikle İngiltere'nin ekonomik sorunlarına yönelecektir ancak özellikle Ruanda ile yapılan göçmenlerin transferi anlaşması gibi sembolik konularda izleyeceği politikalar geleceğe dönük politika yönelimleri hakkında bizlere ipucu verecektir.
Sonuç
İngiltere 2008-2009 küresel finans krizinden 2022 ekonomik krizine gelene kadar iç siyasette AB karşıtlığı, göç ve göçmenlik politikaları merkezli siyasi bir türbülans yaşamıştır. Özellikle aşırı sağda yer alan partilerin popülist söylemleri ile oylarının arttığının görülmesi üzerine merkez konumda bulunan Muhafazakar Parti de bu söylemlere prim vermiş ve nihayetinde İngiltere belki de tam da ihtiyacı olduğu bir dönemde küresel güvenlik ve ekonomik kriz ortamında Avrupa Birliği'nin dışında kalmıştır. İngiltere'nin yaşamış olduğu esasen bir yönetim krizi olmasına karşın, kolaycı bir bakış açısı ile ekonomik sorunların ilk sebebi olarak yabancı ve göçmenlerin gösterilmesi sorunun yanlış teşhisine ve tedavisine sebep oluyor. Siyaset biliminde geleceğe dönük kehanetlerde bulunamayız. Ancak İngiltere'nin, içine kapanan politikalarının devam etmesi halinde, gelecekte Nobel Fizik Ödülü alabilecek yeni Sir Andre Geim'lardan ve Oxford/Stanford mezunu yeni Rishi Sunak’lardan mahrum kalabileceğini söylemek hiç de zor değil.