Yemen’deki Husilerin Gazze’de yaşanan savaştan ötürü İsrail’e savaş ilan edip, bölgeye doğru çok sayıda füze yollaması Filistin’deki savaşın yayılabileceği endişesini bir kez daha tetikledi. Bu bağlamda, Gazze’de yaşanan gelişmelerin Lübnan, Ürdün, Mısır, İran, ABD ve diğer ülkeleri de içine çekebilecek bir savaşa dönüşebileceğinden endişe ediliyor. Hatta bazıları Orta Doğu’da çok büyük bir savaşın patlamak üzere olduğunu ileri sürüyor. Hamas’ın saldırısıyla başlayan olaylar bölgesel bir savaşa neden olur mu sorusunu InstituDE uzmanlarımıza yönelttik.
Servet Akman
Hamas’ın 7 Ekim saldırısı öncesinde İsrail bölgede askeri ve siyasi açıdan en güvenli dönemini yaşıyordu. ABD’yle yıllar süren savunma işbirliği ve yine ABD’nin kolaylaştırıcılığında Arap ülkeleriyle normalleşme girişimleri sayesinde artık İsrail’in beka sorunundan bahsetmek güç görünüyordu. Daha fazla oku...
Ahmet Kalafat
Gazze’deki savaşın bölgesel bir savaşa dönüşmesi için öncelikle böyle bir savaşın kimler arasında çıkabileceğini değerlendirmek gerekiyor. Zira bölgesel bir savaş için tek bir ülkeden ziyade bloklara ihtiyacımız var. Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin İsrail’le barışı bozmaya niyetleri olduklarına dair bir emare bulunmuyor. Daha fazla oku...
Mehmet Çelik
Gazze’deki gelişmelerin İsrail ile bölge ülkeleri arasında geniş çaplı bir çatışmaya ya da savaşa dönüşme ihtimalini düşük görüyorum. Öncelikle, ne İsrail ne de diğer bölge ülkeleri Ortadoğu yeni bir savaş istemiyorlar. Hamas’ı tamamen ortadan kaldırmayı öncelikli hedef olarak belirlemiş ve Gazze’ye odaklanmış Netanyahu yönetiminin dikkatini ve gücünü dağıtacak başka cepheler açmaktan imtina etmesi beklenmelidir. Daha fazla oku...
Haşim Tekineş
Her ne kadar 7 Ekim Hamas saldırısı ve İsrail'in sonrasındaki hava ve kara operasyonları bölgedeki tansiyonu yükseltmiş olsa da bölgesel bir savaş ihtimali hala çok yüksek değil. Ancak bölgesel savaş riski çok yüksek olmasa da, Gazze'deki gerilimin halihazırdaki sıcak ve soğuk çatışma bölgelerindeki şiddeti artıracağı ve yeni bir radikalleşme dalgası başlatacağını tahmin etmek de çok zor değil. Daha fazla oku...
Enes Esen
Bölgesel bir savaş senaryosunda İran’ın tavrı ve politikaları önem taşıyor. İran, kendisine müzahir hükümetler ve silahlı örgütler aracılığıyla Ortadoğu politikalarına nüfuz ediyor. Şii hilali olarak adlandırılan bu yayın bir ucu İran’dan başlayarak Irak’ta Şii milisler, Suriye’de Esad rejimi, Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas üzerinden İsrail’e uzanıyor. Daha fazla oku...
Servet Akman
Hamas’ın 7 Ekim saldırısı öncesinde İsrail bölgede askeri ve siyasi açıdan en güvenli dönemini yaşıyordu. ABD’yle yıllar süren savunma işbirliği ve yine ABD’nin kolaylaştırıcılığında Arap ülkeleriyle normalleşme girişimleri sayesinde artık İsrail’in beka sorunundan bahsetmek güç görünüyordu. Netanyahu iktidarı, bir yandan Batı Şeria’daki yerleşimleri geliştirip, diğer yandan iki devletli çözüm seçeneğini iyice tahrip eden politikalar izlemesine rağmen bu başarıyı yakalayabilmiştir.
7 Ekim’deki saldırılar İsrail’de adeta travma etkisi yaratmış, Holokost’la benzerlikler üzerinde durulmuştur. İsrail’in milyar dolarlar harcayarak edindiği askeri üstünlüğü imajı darbe aldı. Dahası koltuğu bırakmamak için defalarca seçim yenileten ve aşırı sağcı/dinci partilerle koalisyon kuran Netanyahu’nun siyasi ikbali ciddi yara aldı. İsrail askeri üstünlüğünü yeniden tesis etmek, artık siyasi miras kaygısı taşıyan Netanyahu da imajını düzeltmek için Gazze’ye çok ciddi hasar vermeye başladı.
İsrail’in Gazze’ye yönelik aldığı kararın Hamas’ın bir daha İsrail’e yönelik tehdit oluşturmayacak şekilde Gazze’de yok edilmesi olduğu anlaşılıyor. ABD’nin bu kararı stratejik seviyede desteklediği görülmekle birlikte, Hamas’a yönelik operasyonun bir sonraki adımını İsrail ve ilgili diğer ülkelerle görüştüğü anlaşılıyor. Bu çerçevede, Mısır ve Ürdün’ün endişeleri gayet net. Herhangi bir mülteci akınına kesinlikle razı değiller. Burada sağlam bir duruş sergilemelerinin arkasında Gazze’de bir etnik temizliğin ve iki devletli çözüm seçeneğinin tamamen ortadan kaldırılmasının önüne geçmek. Türkiye ise, her ne kadar söylem bazında Hamas’a açıktan destek verse de, Gazze’ye yönelik bugüne kadar Mısır üzerinden insanı yardım göndermekle ve siyasi bazı eleştiriler getirmekle yetinmiştir. Öte yandan, garantör önerisiyle Türkiye krizde daha ciddi rol almak istediğini ortaya koydu.
İsrail’in Gazze’ye yönelik kara harekatının nasıl sonuçlanacağını kestirmek zor, ancak Hamas’ın tamamen yok olmasa da bir daha eski gücüne kavuşması ve Gazze’yi yönetebilmesi mümkün görünmüyor. Hamas’a yönelik özel bir sempati duymayan Mısır ve Ürdün, endişelerine kulak verilmesi halinde Hamas’sız bir Gazze’ye razı oldukları söylenebilir. Ancak, Hamas’tan boşalacak olan alanın nasıl doldurulacağı ve bölge ülkelerine hangi roller düşeceği krizin gidişatına ve İsrail’deki olası siyasi değişikliklere bağlı.
Hamas’ın saldırısının bölgeye sıçraması şu an için düşük bir ihtimal. Gazze’de bir etnik temizlik ve komşu ülkelere mülteci akını yaşanmaması halinde, idari kapasitesinin güçlendirilmesi ve maddi destekle Filistin Yönetimin yeniden Gazze’de yönetimi devralması mümkün görünüyor. Böyle bir planın hayata geçirilmesi aşamasında İsrail, Arap ülkeleriyle evvelce sağladığı normalleşme ivmesini yeniden yakalayabilir.
Ahmet Kalafat
Gazze’deki savaşın bölgesel bir savaşa dönüşmesi için öncelikle böyle bir savaşın kimler arasında çıkabileceğini değerlendirmek gerekiyor. Zira bölgesel bir savaş için tek bir ülkeden ziyade bloklara ihtiyacımız var. Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin İsrail’le barışı bozmaya niyetleri olduklarına dair bir emare bulunmuyor. Suriye’nin ve Lübnan’ın ise niyetleri olsa da imkanları yok. İsrail’le sınırı olmayan Yemen iç savaşta, Irak kendini toparlamaya çalışıyor. Ama İsrail’in elindeki nükleer silahları düşündüğümüzde bölge ülkelerinin hiçbirinin İsrail’e karşı askeri üstünlüğü bulunmuyor diyebiliriz.
Bu ülkeler dışında geriye Türkiye ve İran kalıyor ki bunların da İsrail’e sınırı bulunmuyor. Türkiye’nin olaya yaklaşımı beklenenden dengeli. Hamas ve Hizbullah’a açık desteği ve İsrail’in varlığına karşı çıkması nedeniyle İran’ın yaklaşımını detaylı ele almak gerekiyor.
İran’ın konvansiyonel şekilde İsrail’le savaşması mesafe nedeniyle çok zor. Hava kuvvetleri İsrail’e göre teknolojik olarak yaşlı, havada yakıt ikmal kapasitesi çok düşük. Üstelik, İsrail’in hava sahası hem hava savunma sistemleri hem de uçak filolarıyla çok iyi korunuyor.
İran deniz kuvvetleri ise çoğu ülke karasularını savunma amaçlı, açık deniz kabiliyetleri sınırlı gemilerden oluşuyor. İran donanmasının, İsrail gibi uzak bir coğrafyaya bölgede müttefik limanlar ve hava koruması olmadan saldırı düzenlemesi imkansıza yakın bir durum ancak Kızıldeniz üzerinden füze ve drone saldırıları gerçekleştirilebilir. İki ülke arasında kara sınırı olmadığı için ilk aşamada kara kuvvetleri olası bir savaşta ciddi rol oynamayacaktır.
Geriye İran’ın füze sistemleri kalıyor. İran’ın füze geliştirme testleri Orta Doğu’daki müttefik radarlar tarafından ayrıntılı takip edilebiliyor. Eldeki bulgular İran’ın füze geliştirme çalışmaları konusunda iddia edildiği kadar başarılı olmadığını gösteriyor. Her halükarda İran’ın İsrail’e ulaşılabilecek 240 civarında füzesi olduğu düşünülüyor. Havan mermileri gibi ufak çaplı mühimmat dahil ülkesine giren füzelerin %90’ını imha etmeyi başaran İsrail savunma sistemlerinin İran’ın füzelerine karşı da etkili olacağı düşünülebilir.
Öte yandan, İran bizzat savaşa dahil olmayıp vekalet savaşı verecekse, bölge dinamiklerinde büyük bir değişiklik olmayacak demektir. Çünkü İran’ın İsrail ve ABD’ye karşı vekalet savaşları yıllardır devam ediyor. Üstelik, Ortadoğu gibi silahlı unsurların tam merkezileşmediği, ülkelerin kendi silahlı kuvvetlerinin emir komuta sistemine bile sağlıklı yürütemediği bir bölgede, İran’ın kendi vekilleri üzerinde tam hakimiyet kurduğunu düşünmek yanlış olacaktır.
Endişe edilen senaryolardan birisini ise İsrail ve ABD’nin İran ve Lübnan gibi bölge ülkelerine saldırması teşkil ediyor. En kötü senaryo gerçekleşse ve İsrail ile ABD, İran’a bir hava saldırısı düzenlese dahi bu tarz bir operasyonun bölge savaşı çıkarma ihtimali tartışılır. Bu senaryo da bile ABD ve İsrail’in sınırlı bir hava operasyonunun ötesine geçmesi pek olası durmuyor.
Siyasi olarak da İran’ın böyle bir savaşa girişmek istediğini söyleyemeyiz. Hamas’ın baskınından birkaç gün sonra İran’ın ruhani lideri Hamaney açıklama yapmış ve saldırıları memnuniyetle karşıladıklarını dile getirmişti. Bununla birlikte, olaylarda İran’ın kesinlikle dahlinin bulunmadığı vurgulamıştı. Bu önceden düşünülüp yapılan açıklama da İran’ın olası bir çatışmaya karşı araya mesafe koymak istediğini gösteriyor.
Ayrıca, İsrail, İran’a karşı yıllardır çeşitli saldırılar gerçekleştiriyor. Suriye’deki İran unsurlarını ve müttefiklerini açıktan bombalarken, saldırıların sorumluluğunu üstlenmeden İran içindeki nükleer fizikçilere suikast düzenliyor, nükleer tesislere sabotaj yapıyor ve askeri hedefleri vuruyor. İran belki de gerilimin daha da artmasından endişe ettiği için, bu saldırıları ya sineye çekti ya da bölgedeki vekilleri üzerinden misilleme yapmayı tercih etti. Bunlar dikkate alındığında, İran’ın kendisini doğrudan tehdit etmeyen böyle bir savaşa müdahil olarak İsrail ve müttefiki ABD'yle doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçınacağı söylenebilir.
Bu itibarla, 7 ekim saldırıları sonrasında tansiyonun yükseldiği Orta Doğu’da, çatışmaların büyük oranda Gazze Şeridi ile sınırlı kalacağı, bölgesel bir savaş çıkmasınınsa düşük bir ihtimal olduğu tahmin edilebilir.
Mehmet Çelik
Gazze’deki gelişmelerin İsrail ile bölge ülkeleri arasında geniş çaplı bir çatışmaya ya da savaşa dönüşme ihtimalini düşük görüyorum. Öncelikle, ne İsrail ne de diğer bölge ülkeleri Ortadoğu yeni bir savaş istemiyorlar. Hamas’ı tamamen ortadan kaldırmayı öncelikli hedef olarak belirlemiş ve Gazze’ye odaklanmış Netanyahu yönetiminin dikkatini ve gücünü dağıtacak başka cepheler açmaktan imtina etmesi beklenmelidir. Öte yandan, İsrail’in Gazze’deki hedeflerini gerçekleştirmedeki başarı durumuna göre bilahare yönünü kuzeye çevirip bu kez Lübnan’ın güneyindeki Hizbullah'ın gücünü ve etkisini kırmaya dönük askeri operasyonlara girişmesi olasıdır. Nitekim, Lübnan-İsrail sınırında tansiyon giderek daha da yükselmektedir. Her ne kadar Hizbullah doğrudan savaş ilan etmiş olmasa da, İsrail yönetimi tarafından son günlerde yapılan açıklamalarda, Lübnan sınırındaki karşılıklı atışlarda İsrail tarafında can kayıpları yaşadığı vurgulanmakta ve Hizbullah savaşa katılması halinde evvelce görülmemiş bir mukabele görmekle tehdit edilmektedir. Ayrıca, İsrail’in Lübnan sınırındaki bazı yerleşimlerdeki nüfusu güvenli bölgelere nakletmiş olması da Hizbullah’la olası bir çatışmanın hazırlığı olarak okunabilir.
Daha önce İsrail’le savaşmış ve her defasında mağlubiyet yaşamış Arap ülkelerinin İsrail’le mevcut statükoyu bozmaları ve yeni bir savaşa girmeleri için ulusal çıkarları bulunmamaktadır. Ayrıca, Mısır, Ürdün, Lübnan gibi Filistin’deki ve Gazze’deki gelişmelerden doğrudan etkilenen ülkeler ile İsrail arasında çeşitli alanlarda anlaşmalar imzalamış olup, olası bir savaştan kendileri de zararlı çıkmaları kaçınılmazdır. Örnek vermek gerekirse, Hizbullah’ın da yer aldığı Lübnan Hükümeti ile İsrail arasında Akdeniz’deki doğalgaz alanlarıyla ilgili geçtiğimiz yıl bir anlaşma imzalanmıştır ve ekonomik darboğazdaki Lübnan hükümeti Akdeniz doğalgazından elde edeceği gelirin hayalini kurmaktadır.
Bölgedeki güç dengeleri de İsrail’le doğrudan çatışmayı göze almak için uygun değildir. ABD’nin İsrail’e sınırsız desteği ve bu desteğini güç gösterisi mahiyetinde askeri gemilerini Akdeniz’e konuşlandırması ciddi bir caydırıcılık unsuru olarak durmaktadır. Arap ülkelerinin içinde bulundukları siyasi, askeri, ekonomik durum İsrail karşısında bir güç dengesi oluşturmaktan çok uzaktır. Ayrıca, aralarında nadiren uyum görülen Arap ülkelerini, Nasır örneğinde olduğu gibi İsrail karşısında birleştirecek karizmatik bir lider de bulunmamaktadır.
İran’ın bu denklemdeki yeri diğer bölge ülkelerine göre daha karmaşıktır. Hamas’ın 7 Ekim’deki sürpriz saldırısının arkasında İran’ın rolünün de olabileceği uluslararası basında yer alan iddialar arasındadır. İran’ın Hamas ve Hizbullah gibi örgütlerle yakın ilişkileri sır değildir. Bununla beraber, Gazze’deki gelişmelerin İran’la İsrail ya da ABD arasında doğrudan bir askeri angajmana dönüşmesi uzak ihtimaldir. Ne İran ne de ABD ve İsrail birbirleriyle doğrudan bir çatışmaya girmeyi tercih edeceklerdir. Öte yandan, söz konusu aktörler arasında bir tür vekalet savaşları yaşanması ihtimal dışı değildir. ABD ve İsrail, İran’ın Ortadoğu’daki etkisini kırmaya yönelik çabalarını yoğunlaştıracaklardır. Bu kapsamda, önümüzdeki dönemde özellikle Hizbullah üzerinde baskının artırılacağını beklenebilir. Zira, mevcut durumda, Hizbullah sahip olduğu silahlar ve militanları bakımından İsrail için en yakın güvenlik tehdidi konumundadır. Benzer şekilde, İsrail’e savaş ilan eden Yemen’deki Husilerin de - Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri kanalıyla- baskılanması beklenebilir.
Bir başka husus ise, Gazze’deki insani dram ilk defa yaşanmıyor. Ne var ki, İsrail’in Gazze’ye yönelik üç haftayı aşkın süredir devam eden saldırıları kapsam, yoğunluk, maddi hasar ve insani trajedi bakımından daha önceki bombardımanların çok üzerinde. Üstelik, uluslararası hukuku hiçe saymakla ve insanlığa karşı suç işlemekle itham edilen İsrail'in orantısız güç kullanımı ve sivilleri hedef alan saldırıları bu krizi daha da derinleştiriyor. Hal böyleyken, bölge ülkelerinin bahse konu dram karşısındaki tepkisinin önceki savaşlara kıyasla oldukça cılız olduğu söylenebilir. Arap ülkeleri başta olmak üzere Müslüman ülke yönetimlerinin bu tepkisizliği de bölge halklarının reaksiyon göstermesine neden olabilir. Bu açıdan durum bölgedeki ekonomik ve sosyal sorunlarla birlikte değerlendirildiğinde, İsrail karşıtı protesto dalgasının bir süre sonra bu ülkelerin kendi yönetimlerine yönelmesi de sürpriz olmayacaktır.
Haşim Tekineş
Her ne kadar 7 Ekim Hamas saldırısı ve İsrail'in sonrasındaki hava ve kara operasyonları bölgedeki tansiyonu yükseltmiş olsa da bölgesel bir savaş ihtimali hala çok yüksek değil. Ancak bölgesel savaş riski çok yüksek olmasa da, Gazze'deki gerilimin halihazırdaki sıcak ve soğuk çatışma bölgelerindeki şiddeti artıracağı ve yeni bir radikalleşme dalgası başlatacağını tahmin etmek de çok zor değil.
Bölgesel statüko bozulmadığı, İran ve Hizbullah gibi aktörler kendilerini tehdit altında görmediği sürece Gazze'deki savaşın bölgesel bir gerilime dönüşmesi çok olası değil. Gazze'de Hamas'a karşı gerçekleştireceği operasyona odaklanan İsrail İran'a ya da Hizbullah'a karşı bir askeri hamle yapma niyetinde değil. İsrail savaşı Gazze ile sınırlı tutmak istiyor. Lübnan sınırında Hizbullah'la yaşanan gerilim korkutucu olsa da taraflar buradaki çatışmayı düşük yoğunluklu tutmak isteyeceklerdir.
Dahası, İsrail velev ki savaşı Hizbullah'a ya da İran'a da yaymak istese de, müttefiki Amerika Birleşik Devletleri'nden bunun için destek bulma ihtimali çok yüksek değil. Dikkatini ve kaynaklarını Çin'e ve Ukrayna savaşına yoğunlaştırmak isteyen ve Orta Doğu'da yirmi yıldan uzun bir süre devam eden askeri angajmanlarından yorulan ABD yönetiminin yeniden bölgeye asker göndermek istemesi Biden yönetiminin küresel stratejisiyle uyumlu bir hamle olmaz. Medyaya yansıyan haber ve analizlerde de Beyaz Saray'ın Gazze'deki savaşın hızlı, sınırlı ve titiz olmasını arzu ettiği tartışılıyor. Nitekim, Biden verdiği bir röportajda da 11 Eylül'ün ardından ABD'nin yaptığı hataları hatırlatarak İsrail yönetimini soğukkanlı davranmaya davet etti.
Öte yandan, Hamas'ın en önemli destekçileri olan İran ve Hizbullah'ın da İsrail ile bir savaş için çok istekli olduğu söylenemez. Daha çok bölgesel milis kuvvetleri üzerinden asimetrik güç projeksiyonu hedefinde olan İran İran-Irak savaşından bu yana konvansiyonel bir savaşa girmedi. Bu süre zarfında İran'ın önde gelen bir komutanı, Kasım Süleymani, ve bir çok bilim adamı gerek bölgede gerekse İran'da ABD veya İsrail tarafından hedef alındı. Buna rağmen, İran milis güçleriyle ABD birliklerini ya da Körfez'de ticari gemileri taciz etse de, doğrudan askeri gücünü kullanma yoluna gitmedi. Bu doğrultuda, Gazze'deki savaşın şiddeti arttıkça Suriye, Irak ve Yemen'de çatışmaların şiddetinin arttığını ve ABD güçlerine tacizlerin arttığını görebiliriz. Ancak bunların sınırlı kalması daha olası. Benzer şekilde Hizbullah'ın da Lübnan'daki hakimiyetini riske atarak İsrail’le yıkıcı bir savaşa girişmesi düşük bir ihtimal olarak görülüyor. Bunun yerine İsrail sınırında düşük yoğunluklu çatışmayı devam ettirmek istemesi daha olası.
Gazze'deki savaşın Gazze halkı dışında en büyük kaybedenleri ise Mısır ve Ürdün. Gazze'den kaçan bir mülteci dalgasının tek olası istikameti Mısır tarafı. Benzer bir şekilde şiddetin Batı Şeria'ya yayılması halinde Ürdün'e de yeni bir göç dalgası yaşanabilir. Gerek ekonomik maliyeti gerekse demografik gerekse siyasi sonuçları itibariyle Mısır ve Ürdün yönetimleri Gazze'den kaçan mültecileri ülkelerine sokmama konusunda kararlı. Ancak yine de mülteci krizi sebebiyle ne Mısır'ın ne de Ürdün'ün askeri bir yola tevessül etmeleri çok olası değil.
Enes Esen
Bölgesel bir savaş senaryosunda İran’ın tavrı ve politikaları önem taşıyor. İran, kendisine müzahir hükümetler ve silahlı örgütler aracılığıyla Ortadoğu politikalarına nüfuz ediyor. Şii hilali olarak adlandırılan bu yayın bir ucu İran’dan başlayarak Irak’ta Şii milisler, Suriye’de Esad rejimi, Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas üzerinden İsrail’e uzanıyor. Yayın diğer ucu ise Körfez’deki Şii nüfus ve Yemen’deki Husiler üzerinden Kızıldeniz’e varıyor. İran, bu hattı ABD ve İsrail’e karşı bir direniş hattı olarak isimlendiriyor. Burada Hamas kelimesinin de Hareket-i Mukavemet-i İslamiyye’nin yani İslami Direniş Hareketinin bir kısaltması olduğunu ifade edelim.
Gazze savaşıyla birlikte bu hat üzerinde insanları endişeye sevk eden bir hareketlenme var. Suriye ve Irak’taki ABD askeri üslerine İran’la bağlantılı milisler tarafından saldırılar yapılıyor. ABD de bu saldırılara karşı İranlı hedeflere misilleme yapıyor. Lübnan sınırında Hizbullah ve İsrail ordusu arasında çatışmalar yaşanıyor. İsrail ordusu ayrıca Suriye ve Lübnan’da İran bağlantılı hedefleri vuruyor. Yemen’deki Husiler de İsrail’e savaş ilan ettiklerini açıklayarak İsrail’e yönelik füze saldırısı yaptılar.
Ne var ki, bu karşılıklı saldırıların hemen hiçbirisi yeni değil. Şiddeti ve yoğunluğu değişmekle beraber bir yanda İran bağlantılı örgütler ve diğer yanda İsrail ve ABD ordusu arasında yıllardır çatışmalar yaşanıyor. Örneğin, 2020 yılında İran’ın saldırılarına misilleme olarak ülkenin yurtdışı askeri operasyonların sorumlu Kudüs Gücü’nün komutanı Kasım Süleymani Trump’ın emriyle ABD tarafından düzenlenen bir suikastla öldürülmüştü. Benzer şekilde İsrail ordusu yıllardır Suriye ve Lübnan’da İran ordusuna ait hedeflere hava saldırıları düzenliyor. Suriye’de iç savaşının başından beri düzenlenen bu hava saldırılarında İsrail’in Suriye ve Lübnan’da yüzlerce kişiyi öldürdüğü ifade ediliyor. Lübnan sınırında da Hizbullah ve İsrail ordusu arasında öteden beri yer yer çatışmalar ve zayiatlar oluyor.
7 Ekim sonrası şiddeti ve yoğunluğu artan bu çatışmalarda İran’ın bölgedeki müzahir örgütlerinin faaliyetlerini artırmalarını sağlamak suretiyle uzun yıllardır siyasi ve askeri destek sağladığı Hamas üzerindeki baskıyı azaltmaya çalıştığı görülüyor. Hamas’ın zayıflamasıyla İran’ın Filistin bölgesindeki nüfuz alanı da daralacak.
Bununla birlikte bölgedeki İran’ın vekillerinin de aktör olduklarını ve İran’la beraber hareket etmekle birlikte kendi kararlarını aldıklarını hatırda tutmak gerekiyor. Bu aktör olma durumu özellikle Lübnan’da Hizbullah’ın savaşa dahil olup olmayacağı hususunda önem arz ediyor. Hizbullah İsrail’i baş düşman olarak görüyor ve İsrail’le bir savaş ihtimaline karşı 150.000 civarında füzesi hazırda bulunuyor. Ne var ki, Hizbullah ve İsrail arasında sadece düşmanlık bulunmuyor. Bundan yaklaşık bir yıl önce 2022 Ekim ayında Hizbullah’ın desteklediği Lübnan hükümeti ve İsrail arasında iki ülkenin deniz sınırını belirleyen ve bölgedeki doğalgaz kaynaklarının paylaşımını içeren önemli bir anlaşma imzalandı. Tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşayan Lübnan için bölgedeki doğalgaz kaynaklarının işlenmesi söz konusu buhrandan çıkış için büyük bir vesileyi teşkil ediyor. Lübnan’ın bozuk idaresi gereği buradan gelecek milyarlarca doların hatırı sayılı bir kısmı Hizbullah’a gidecek ve Hizbullah da bu parayı kendi taraftarları arasında pay edecek. İsrail’le bir savaş yaşanması halinde Hizbullah hem doğalgaz kaynaklarından gelecek milyarlarca dolardan mahrum kalacak, hem de zaten zor bir dönemden geçen Lübnan halkı tarafından ülkede yaşanacak yıkımdan sorumlu tutulacak.
Bu çerçevede, Hizbullah’ın İsrail sınırında 7 Ekim’den sonra büyük bir askeri yığınak yaptığına dair bir emare bulunmuyor. Bekle gör politikası takip eden Hizbullah’ın olayları kontrol altında tutmaya ve temkinli hareket etmeye devam edeceği söylenebilir.
Öte yandan, Yemen’in kuzeyini kontrol eden Husilerin İsrail’e savaş ilan etmesine çok önem atfetmemek gerekiyor. Husilerin İsrail’e zarar verme kapasitesi yok denecek kadar az. Bu bağlamda, İran’dan tedarik ettiği uzun menzilli füzelerin veya İran yapımı Şahid-136’ya benzer drone’ların hava savunma sistemlerini geçerek İsrail ve Amerikan hedeflerine zarar vermesi oldukça düşük bir ihtimal. Dolayısıyla, kendi ülkesini birleştirmekten aciz Husiler’in 2000 kilometre uzaklıktaki İsrail’e savaş ilanı daha ziyade propaganda amaçlı bir çabanın ürünü gibi duruyor. Husilerin savaş ilanı Güney Amerika’daki bazı devletlerin veya Ürdün’ün İsrail’deki Büyükelçisini geri çekmesi kadar bile savaşın kaderine etki yapmayacaktır.
ABD’nin bölgeye 2 uçak gemisi saldırı grubu göndermesi ve İsrail’in seferberlik ilan ederek Lübnan sınırına sevkiyat yapması ise bir saldırı hazırlığından ziyade, Hizbullah’ın ve İran’ın Lübnan sınırında bir zaaf görerek saldırmasının önüne geçmek için caydırıcılık amaçlı hazırlıklar olarak değerlendirilebilir. ABD’li yetkililer gerek basına yaptığı açıklamalarda, gerek Lübnan’da Hizbullah’a gönderdiği mesajlarda bu hususun altını çiziyorlar. Gazze’de aylar sürebilecek bir kara harekatına girişen İsrail kuzeyde yeni bir cephe açılmasını istemiyor. Bu bağlamda, büyük bir saldırı altında kalmadığı takdirde İsrail on binlerce savaşçısı, Hamas’a göre gelişmiş silahları ve güvenilir bir ikmal hattına sahip Hizbullah’la savaşmak istemeyecektir.
Bölgedeki İsrail’in komşusu Sünni Arap ülkelerinin, yani Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın ise savaşa müdahil olmak hususunda en ufak bir niyetleri bulunmuyor. İsrail’le gelişmiş istihbari ilişkileri bulunan bu ülkelerin Gazze’deki sivillerin ölümünden ve bölgeden gelen katliam görüntülerinden rahatsız oldukları bir gerçek. Bununla birlikte, Müslüman Kardeşlerle bağlantılı Hamas’ın ortadan kalkmasına içten içe memnuniyet duydukları da söylenebilir. Bahse konu ülkeler de savaşın başka bölgelere sıçramaması için gayret gösteriyorlar.
Sonuç olarak, İran’ın vekillerinin bölgedeki artan faaliyetleri büyük bir savaşın habercisi olmaktan ziyade İsrail ve ABD’nin maliyetini artırmaya yönelik gibi duruyor. Diğer bir endişe kaynağı olan ABD ve İsrail’in bölgede yaptığı yığınağın kuzeyden veya güneyden gelebilecek füze ve drone saldırılarına karşı caydırıcı amaçlı olduğu söylenebilir. Yeni bir cephe açarak Hamas’a destek vermesi beklenebilecek Hizbullah da, İsrail’le topyekun bir savaşa girişmek istemiyor. Zaman geçtikçe de bu ihtimal azalıyor. Nitekim, Hamas’ın liderlerinden Ebu Merzuk da “Hizbullah’tan ve Batı Şeria’daki kardeşlerimizden çok şey bekliyorduk. Filistin yönetimindeki kardeşlerimizin tutumundan utanç duyduk,” sözleriyle bölgede yalnız kalmalarına yönelik yaşadıkları hayal kırıklığını dile getirdi. Bu bilgiler ışığında, Gazze’de kopan kıyametin bölgenin tamamına sıçrama ihtimalinin halihazırda düşük olduğu ifade edilebilir.