Antik Yunan dönemine ait tiyatro eserlerinden başlayarak başta edebiyat olmak üzere tiyatro, sinema ve hatta iktisat gibi birçok alanda bazen gerçek bazen mecazi anlamda kullanılan 'deus ex machina' kavramı şimdilerde en çok ve en anlaşılır haliyle karşımıza gerçek hayatta çıkıyor.
Sözlük anlamı 'Tanrı makina'ya karşılık gelen Tanrı ya da Tanrısal bir gücün eli olarak da tanımlayabileceğimiz bu yöntem, en basit tabiriyle hayatın akışını tersine çeviren herşeyi kapsayabilir. Euripides'in babalarından intikam almak için çocuklarının canına kıyan Medea'sının tam öldürüleceği sırada bu makine marifetiyle göğe yükseltilmesi gibi kafaları karıştıran örneklerin yanısıra Dickens'ın kimsesiz ve yoksul Oliver Twist'inin en çaresiz duruma düştüğünde aslında asil ve zengin bir ailesinin olduğunun ortaya çıkması gibi içimize su serpen birçok benzeri ve hatta absürd de denebilecek örneklerine -Yeşilçam, Hint sineması ve pembe diziler başta olmak üzere- rastlamışızdır.
Tüm bu romanlar, tiyatrolar ve filmler gerçek hayattan ne kadar bağımsız yazılmış iseler bir o kadar belki daha fazla trajik, dramatik, absürd, komik, fantastik ve en çok da romantik kurguların içinde bulabiliyoruz kendimizi. Ve sahne! Peki 'deus ex machina' kimin için indiriliyor gökyüzünden? İşte bu kısmı tam bir muamma, en azından görünen yüzüyle. Rolümüzü, içinde bulunduğumuz trajedyanın yönetmen, oyuncu, figüran, seyirci yada eleştirmeni olarak belirlememize göre değişen, perde arkası veya önünde, eller ve başlar üstünde göklere çıkarılan gerçeklerin, gün yüzünde hakikatin ayakları altında kalacağı ise baki.
Kim uyanacak kabusundan, kim bu rüya hiç bitmesin isteyecek, kim göklere çıkarılacak bilinmez ama yapay senaryolara ihtiyaç duymaksızın ''hakikatin gücü öyledir, tıpkı iyilik gibi kendiliğinden yayılır'.
Birgün kendimizi, ekranlarda seyrettiğimiz, romanlarda okuduğumuz yaşamlardan bir karakter olarak bulduğumuzda, bir zaman sonra yaşanılanlar kimileri için heyecanını kaybediyor, seyirciler kendi hayatlarına dönüyor, ışıklar kapanıyor ve biz karanlığımızda kendi gerçekliğimizle baş başa kalıyoruz.
Bize de bir elin uzanmasını ve bizi bu kargaşadan alıp çıkarmasını bekliyoruz bir süre belki, dahası bizi karanlığa mahkum eden şeylerin aydınlanması, hatta elimizden alınan tüm değerlerimizin alındığı aynı hızla iade edilmesi gibi hülyalara kapılıyoruz. Pek tabi gerçek hayatta filmlerdeki süratle ilerlemez olaylar ama hayaller en zifiri karanlıkta dahi kalplerin ışığıyla aydınlıktadır.
Hayatın keşmekeşi içinde her nasılsa ıskaladığımız fakat kendimizi kaybettiğimiz anlarda yakaladığımız küçük ama yaşamımızı anlamlandıran kendimize dair keşiflerle, yeni ve büyük olasılıkla çok daha iyi başlangıçlarla tam da kaldığımız yerden, herşeyi en baştan tanımlayabiliriz. İnsan olmayı açıklayan kavramların altını çizerek, kelimelerimizin anlam haritasını değiştirebiliriz. Sözgelimi önceleri bizi biz yapan meslek, kariyer, ünvan, diploma gibi kayıtlardan azade olarak sahip olduğumuz şeylere yeni manalar verebiliriz. Belki de insan kendini unutacak kadar kaybettiği anlarda bulabiliyor özünü, kendisiyle en çok ötekilerde karşılaşabiliyor.
Herşey bir hayalle başlar. An be an değişim ve gelişimle hareket halinde olan bir yeryüzüne doğmuş olmanın gereğince, yaşamımızı değerli kılan ne varsa paylaşarak, anlamı çoğaltarak, tüm yeniden başlayanlar için bir yaşam atlası oluşturarak karanlıkları hayallerle dönüştürüp kendi 'deus ex machina'mızı göklere, maviliklere çıkarabiliriz.