Gérard Araud Fransız Hariciyesi’nde 40 yıl boyunca görev yaptıktan sonra Vaşington Büyükelçiliği görevini tamamlayarak emekliye ayrıldı. Gérard Araud’un Diplomatik Hikayeler – Günümüz Dünyasına Geçmişten Dersler kitabında bir Fransız hariciyecisinin kaleminden diplomasinin temel ilkeleri işleniyor. Bu bağlamda, İspanya Taht Savaşları, Viyana Kongresi, Dünya Savaşları, Süveyş Kanalı Krizi ve Irak’ın işgali gibi önemli olaylar Fransız diplomasisinin gözüyle ele alınıyor.
Arnaud, kitap boyunca dış politikada geçerli olması gerektiğine inandığı ilkeleri, Vestfalya (Westphalia) sonrası yaşanan büyük diplomatik olayları analiz ederken araya serpiştiriyor. Yazara göre, diplomasi teorik kazancı artırmaya değil, olası zararı minimize etmeye odaklanmalı. İstikrarlı bir uluslararası düzen tesis etmek için başkalarının temel çıkarlarını gözetmek ve bazı konularda taviz vermeyi kabul etmek gerekir. Hayal gücünün geniş olması diplomat için bir meziyet değildir. Dış politika ahlaki kaygılardan uzak bir şekilde, ülke menfaatleri çerçevesinde belirlenmelidir.
Fransa’nın Almanya Meselesi
Araud’nun belirtiği üzere, 1648 yılında imzalanan Vestfalya Anlaşmasından beri Fransa’nın dış politikada en temel kaygılarından birisi Alman devletlerinin birleşerek kıtadaki güç dengesini bozmasıydı. Bu bağlamda, Fransız diplomat Almanya’nın birleşmesinde önemli rol oynayan ve 1870-1871 Fransa-Prusya savaşında Fransız ordularını ezen Bismark’ı Hitler’den hallice anıyor. Yazara göre, 1.93 boyuyla heybetli bir yapıya sahip olan ve her zaman askeri üniformayla gezen sinsi Prens Bismark, Alman militarizminin vücut bulmuş hali olarak karikatürize edilebilir.
Nitekim, Prens Bismark’ın liderliğinde 1871 yılında Paris’te Versailles Sarayı’nda imzalanan bir anlaşmayla Alman devletçikleri Prusya’nın altında birleşti. Yazarın Fransa açısından felaket olarak nitelendirdiği bu birleşme neticesinde Almanya kıta Avrupa’sında en güçlü ülke konumuna geldi. Üstelik nüfus dengesi de Almanya lehine gelişiyordu. 1871 yılında Fransa’nın nüfusu 37 milyon iken, Almanya’nın 40 milyondu. 1914 yılında gelindiğinde Fransa’nın nüfusu 39 milyonla yerinde sayarken, Almanya’nın nüfusu 68 milyona yükselmişti. Ekonomik ve demografik olarak yükselen Almanya’yı dengelemek için Fransa, İngiltere ve Rusya’yla ittifak kurdu.
Bu tarz ittifakların oluşturulması milli menfaatin korunması için bir araçtır. Araç amaca dönüşmemelidir. 1900’lerin başında Almanya-Fransa haricinde, Osmanlı Devleti’nin Balkanları kaybetmesiyle oluşan boşluğu doldurmak için Avusturya ve Rusya arasında da ciddi bir rekabet yaşanıyordu. Avusturya, Almanya’nın müttefikiydi. Doğal olarak Fransa da Rusya’yla ittifak yapmıştı. Fransa, Avusturya Veliahtı Franz Ferdinand’ın suikastı sonrası iyice gerilen Viyana-Moskova ilişkilerinin savaşa dönüşmesini istemiyordu. Bu çerçevede Fransa, Avusturya’yı caydırmak maksadıyla olası bir savaşta Rusya’nın arkasında duracağını beyan etti. Ne var ki, Fransa’nın açık desteğinden aldığı cesaretle Rusya, savaş konusunda kararsız olan Avusturya’ya karşı seferberlik ilan etti ve Sırbistan’a da Avusturya’ya taviz vermemesini tavsiye etti. Almanya’nın da savaşa dahil olmasıyla, Fransa kendini 18-30 yaş arasındaki Fransızların dörtte birinin hayatını kaybettiği Birinci Dünya Savaşı’nın içinde buldu.
Fransız diplomat, geçmişteki bu hatayla günümüz arasında bir paralellik kuruyor: ABD-Çin savaşı kaçınılmaz bir son değil ama rekabetin iyi yönetilmesi gerekiyor. Çin, Avrupa için ideolojik ve askeri bir tehdit teşkil etmiyor. Bu yüzden, NATO müttefiki olmakla birlikte, Avrupa ülkeleri Çin konusunda ABD’nin körü körüne peşine takılmamalı.
Versailles Antlaşması Üzerine Farklı Bir Yorum
Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren Versailles Antlaşması imzalandığından beri çokça eleştirilir. Mesela, Keynes’in 1919 yılında kaleme aldığı meşhur “Barışın Ekonomik Sonuçları” kitabında söz konusu antlaşmadaki ağır tazminat hükümlerinin Almanya’yı mali olarak zora sokacağı ve Avrupa’yı yeniden istikrarsızlaştıracağı belirtilir. Birçok tarihçi ve siyaset bilimci de Hitler’in başa geçmesinde Versailles Antlaşması’nın zehirli etkilerini zikreder.
Araud ise bu genel kanıya şiddetle karşı çıkıyor. Almanya’daki ekonomik krizin esas nedeni olarak 1929 Büyük Buhran’ını gösteriyor. 1870-1871 Fransa-Prusya Savaşı’nda ülkesinden alınan tazminatın Versailles’dan daha ağır olduğunu ve savaşı kazansaydı Almanya’nın Fransa’ya daha ağır şartlar empoze edeceğini söylüyor. Antlaşmanın intikam amacı taşımadığını, halkların taleplerine mümkün mertebe kulak verildiğini savunuyor. Üstelik Versailles’daki hükümlerin yeteri kadar ağır olmadığı için Almanya’nın tekrar palazlandığını öne sürüyor.
Burada bir parantez açarsak, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Versailles Antlaşması’nın bir benzerini Osmanlı İmparatorluğu da imzaladı. Osmanlı’nın fiili olarak sonunu getiren Sevr Anlaşması da Kurtuluş Savaşı’nı tetikledi. Bu anlaşmanın Türk toplumunun bilinçaltındaki olumsuz çağrışımları halen Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerini etkiliyor. “Dış güçler Türkiye’yi bölmek istiyorlar” veya “yine ülkeyi parçalama planlarını devreye soktular” gibi söylemler “Sevr Sendromu” olarak adlandırılıyor. Ortadoğu’daki istikrarsızlıkta da Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz ve Fransızların takip ettiği kolonyal politikaların yadsınamaz etkisi bulunuyor.
Hitler’in Yükselişi: Göz Yumulan İhlaller
Arnaud, Versailles’da Almanlara haksızlık yapıldığı algısı nedeniyle, İngiltere ve ABD’nin o dönemde Almanya’nın antlaşmanın hükümlerini çiğnemesine göz yumduğunu ve hatta Hitler’in komşu ülkeleri ilhakının dahi Almanların “self-determination” kapsamında değerlendirildiğini ifade ediyor. Fransa’nın bütün uyarılarına rağmen, Manş ötesinde ve Okyanus ötesinde bulunmanın verdiği konforla Almanya tehdidinin küçümsendiğini vurguluyor. Yazara göre, Versailles’ın gözden geçirilmesini makul gören İngiltere’nin bu tutumu, dünya meselelerine daimi bir çözüm bulmak yerine, problemlere anın gerçeklerine uygun geçici ve kısmi çareler aramaya dayanan İngiliz geleneğinden kaynaklanıyor. Peki o zaman Çekoslovakya’nın ilhakıyla neticelenen 1938’deki Münih Konferansı’nda neden Fransa da vardı? Yazara göre, Almanya’yla tek başıyla mücadele edemeyeceğini bilen Fransız hükümeti, Londra’nın desteğini korumak için kerhen anlaşmayı imzalamak zorunda kaldı. Fransız diplomat, yine de genel kanının aksine dönemin şartları göz önüne alındığında İngiltere Başbakanı Chamberlain’in Hitler’i yatıştırma politikasının makul karşılanabileceğini söylüyor.
Fransız-Alman savaşları mazide kalmış olsa da, Araud’nun günümüz Fransa’sının Almanya’nın gölgesinde kalmış olmasından rahatsız olduğu gözlemlenebiliyor. Paris ve Berlin’in dış politikalarındaki uyuma rağmen, iki ülke arasındaki güç dengesizliği ileride sorun oluşturabilir. Bu minvalde, Almanya’nın iradesini Avrupa’ya empoze etme ihtimalini önlemek için daha eşit ve adil bir ortaklık kurulması gerekiyor.
Ahlak ve Reelpolitik
Diplomaside rasyonalizm ve realizmin önemini defalarca vurgulayan Araud, dış politikada ahlaki söylemlerin bir kenara koyularak, ülkenin menfaatlerine odaklanması gerektiğini kaydediyor. Örneğin, Çin’in Uygurlara yönelik baskıcı politikasına karşı uygulanan yaptırımların ticari ilişkilere sekte vurduğunu ve bu durumdan Fransız iş insanlarının zarar gördüğünü belirtiyor. Öte yandan, siyasi görüşü ne olursa olsun karşılaştığı hiçbir Rus’un Ukrayna’yı bağımsız bir devlet olarak kabul etmediğini belirten Arnaud, Putin’in Ukrayna politikasından vazgeçmeyeceğine ve Ukrayna’daki Rus taleplerinin kısmen kabul edilmesinin yerinde olacağına işaret ediyor.
Yazar, bu rasyonel yaklaşımın ahlaksızlıkla itham edilebileceğini bildiğini, bununla birlikte, kamuoyunun gazını almak için başka ülkelerin içişlerine yönelik söylemlerin ve yaptırımların mağdurlara da bir faydası olmadığının akılda tutulması gerektiğini vurguluyor. Sonrasında, bozulan ilişkilerin tamiri için yine diplomatların devreye girmek zorunda kalacağını hatırlatıyor.
Fransız diplomasisinin şanlı günleri çoktan mazide kalmış olsa da, Fransa’nın ve bir anlamda Avrupa ülkelerinin dış politikada verdiği refleksleri veya tepkisizliği yansıtması bakımından kitapta birçok faydalı nokta bulunuyor. Ne yazık ki, bu kitabın henüz Türkçe tercümesi bulunmuyor.